İstanbul'daki ikinci haftamıza hava çok güzel olmasına rağmen evde başladık. Çünkü o gün annemin komşuları toplanıp bebeğimi görmeye geleceklerdi.. Ben de meleğimi giydirip süsledim ve "en güççük" dayısına havale ettim.. Bu arada ben de ikramlar konusunda anneme yardım ettim ve misafirlere harika bir kısır yaptım.. Hepsine çok teşekkür ediyorum, çok güzel ciciler almışlar oğluma..
Salı günü yine evdeydik. Annanemiz rahatsızlandı birazcık. Zaten haşimato ve pernisiyöz anemi gibi iki ağır hastalığı var.. Bir de biz gidip tempo biraz yükselince çok yoruldu galiba "küçük kadın" ( Aneme böyle derim ben )
Ama o gün 20 Mart'tı, yani oğluşumun altıncı ayını doldurduğu gün.. Akşam babam işten gelince bizi pastaneye götürmesini rica ettim ve çok güzel bir pasta aldım meleğimin "yarı yaşı" için :) Doğumgününde İstanbul'da olamayacağız büyük ihtimalle, o yüzden en azından yarı yaşını annemlerle kutlayalım istedim.. Ama maalesef çok aramama rağmen süs olarak "6" rakamı bulamadım :(
Hazır İstanbul'a gitmişken bebişim için de yeni ciciler aldım.. Hepsinin fotoğrafını çekmedim tabii ama bu ayaklarında kedicikler olan pijama Yusuf'un da benim de çok hoşumuza gitti.. Giydirince eğilip eğilip ayaklarıyla oynuyor minişim :) Oyuncak zannediyor galiba ayaklarını :)))
Perşembe günü yine "teyzecikler"den birinin evindeydik.. O gün aynı zamanda aşı günümüzdü ve karma aşımızın üçüncü dozunu vurdurduk gitmeden.. İlk başlarda iyiydi meleğim -zaten daha önceki aşılar da herhangi bir yan etki yapmamıştı- ama akşama doğru kızarmaya ve çok ağlamaya başladı.. Hatta eve dönerken arabada öyle bir ağladı ki, o soğukta incecik üstüyle zor attım kendimi dışarı.. Ancak öyle sustu çünkü, astronotunu bile giydirmeye fırsat bulamadım.. Eve gelince hemen uyudu ama çok sürmedi tabii "piş piş"imiz.. Gerçi iyi de oldu, çünkü Özge ablam -halamın kızı- ve Ersin eniştem gelecekti Yusuf'u görmeye, Özge ablam dokuzda dersten çıkacağı için özellikle sormuştu "Bebek uyumuş olmaz değil mi geldiğimizde?" diye, ben de "Yok hiç adeti değildir onikiden önce uyumak.." demiştim.. Onlar geldiğinde de çok huzursuz ve halsizdi meleğim.. Konuştuk, gülüştük, arada Yusuf "şekerleme" yaptı yine.. Özge ablam "küçük fare" adını taktı Yusuf'a.. Çok şeker geldi bana :) Her ikisine de çok teşekkür ediyorum bu arada, taa nereden oğlumu görmeye geldikleri için ve hediyeleri için..
Onlar gittikten sonra Yusuf iyice ateşlenmeye başladı.. Kısa bir sürede ateşi çok yükseldi ve gözlerinin içi bile kanlandı! İlk ateşi olduğu için benim elim ayağım titredi tabii.. Allahtan annemlerdeydim, evde yanlız olsam ne yapardım bilmiyorum.. Annem alnına ıslak havlular koydu, ben üstünü çıkarıp kucağımda oda oda gezdirdim.. Saat bire doğru 38,5'a çıkınca hemen doktoru aradım.. Bana aşının ateş yapmayacağını söylemişti çünkü, o yüzden daha da telaşlandım.. Dört saat arayla ateş düşürücü vermemi ve sabaha kadar geçmezse tekrar aramamı söyledi. Allahtan gece ateşi düştü, ben de o da sabaha kadar uyuduk..
Cuma günü yani son gün evdeydik yine.. Biryere gitmek istesek de gidemezmişiz zaten çünkü Yusuf yeniden ateşlendi öğlen.. Akşama doğru ateşi düşünce ben de onu emzirdim, uyuttum ve Kocaeli'den onun için gelen ve iki gün boyunca ellerini yıkayıp yıkayıp oğlumun dişlerini kaşıyan ortanca dayısının kucağına yerleştirip -kucakta uyuyor ya benim küçük aşkım- biletimizi almaya gittim babamla.. Hatta işimiz çabuk bitince gidip o kedicikli pijamaların bir de mavisini aldım oğluma..
"Son" akşamları sevmiyorum ben yaa..
Dayıcıkları meleğimle oynarken ben de eşya yığınımızı valize yerleştirmeye çalıştım.. Bir valizle gidip yaklaşık iki-üç katı eşyayla dönmek zor oluyormuş valla..
Ertesi sabah altıda yola çıkacağımız için erkenden yattık - saat birde :)
Sabah kalkar kalkmaz ilk işim Yusuf'un ateşini kontrol etmek oldu.. Ateşliyse bileti iptal edecektim çünkü.. Allah'a şükür iyiydi ve daha önce de anlattığım gibi, beni sonraki seferler için umutlandıracak bir yolculuk geçirdik :)
( Devam edecek )
..................
Bu arada herkesin Mevlid Kandili'ni kutluyorum..
İnşaallah bugünü idrak edenlerden oluruz..