29 Eylül 2007 Cumartesi

Şu anda ne kadar ama ne kadar üzgün olduğumu anlatamam..

Oysa başka şeyler yazacaktım ben.. İrem ve karakuzususyla geçirdiğimiz harika günü anlatacaktım..

Ama..

...........

Sabah, Yusufcuğun altında lacivert külotlu çorap, üstünde turuncu badisiyle şirin şirin yürüdüğünü gören babası "Mutlaka çek bu anları, bir daha gelmeyecek.." dedi bana.. Kameraya baktım, şarjı bitmiş.. Yukarı koyarsam Yusufcuk çeker üstüne düşürür diye yere bıraktım şarja takıp.. Yusufcuk öğle uykusundan uyanınca arka odaya gitmiş.. Ben gördüğümde kamerayı yerden yere çarpma aşamasındaydı olay.. Yetiştim ve aldım elinden.. Sonra İrem geleceği için hızla hazırlanmaya başladık ve ben farketmedim olanları..

Az önce aldım elime kamerayı ve farkettim ki DVD kapağında bir problem var.. Halledip çalıştırdım ama esas şok o anda başladı.. Kameranın içindeki DVD çalışmaz hale gelmiş!!

Ve o DVD, Yusufcuğun ilk doğum gününün tek videolarının içinde bulunduğu DVD..

..........

İlk şoku atlatana kadar benden haber beklemeyin arkadaşlar :((

28 Eylül 2007 Cuma

Yeni gece uykusu modelimi açıklıyorum :


"Bol bölünmeli göçebe modeli"


İki gecedir benim annelik Yusufcuğun da bebişlik hayatında bir ilke imza atıyoruz ve ayrı odalarda yatıyoruz oğlumla.. Bu bizim için büyük bir gelişme :P Gerçi yatıyoruz deyince sakın yanlış anlaşılmasın.. Yusufcuğu ilk uyuttuğumda kendi yatağımda başlayan, her ağlayışında onun yanına ışınlanmamla devam eden, şanslıysam pışpışlayarak daldığında odama geri döndüğüm, değilse emzirirken oturduğum yerde uyuyakaldığım bir uyku işte.. Bölük pörçük, bir orada bir yatağımda.. Ama alışacağız, kararlıyız :P

Gerçi beynimin sağ lobu hiç memnun değil bu durumdan.. Hafif bir sızı var o tarafta :))


İlk gece nedenini anlayamadığım hafif bir suçluluk duygusuyla kendi yatağımıza yattığımda uzun süre dalamadım niyeyse.. Aklım hep lolipoptaydı.. Uykumun arasında da bir ara şöyle bir diyalog geçti vicdanımla aramızda :

- Hadi Kuaybe, kalk da Yusufcuğa bak.. İyi mi?
- Ya vicdan, uykumun en derin yerindeyim.. İyi olmasa ağlar, lütfen git..
- Hımm, sen burada sıcacık yatıyorsun.. Üstün açılsa örtme imkanın var.. Ya o üşüyorsa, üstünü açtıysa..
- Ya ama uyanamıyorum ki.. Bak deniyorum deniyorum, açılmıyor gözlerim..
- Sen de anne olacaksın işte.. Cı cık cık..
- Ya vicdan ya, lütfen.. Yeni daldım zaten, şimdi uyanacak Yusufcuk.. Rahat bırak beniiiiii!!
- Hayır kalkıp bakmadan gitmem..
- Böhüüüüüüü..
...
..
.
- Hıh, üstü kapalı işte, mışıl mışıl da uyuyor.. Rahatladın mı?
- Evet :))


Bu olayın ardında Yusufcuk saat beşte üçüncü kez açtı gözlerini.. Biz onu daha günün başlamadığına, o da cin gibi gözlerle bizi çoktaaaan başladığına ikna etmeye çalıştı uzun bir süre.. Beyefendi hiçbirşey giymek istemediğini de gecenin o vakti, sessizlikte daha da yüksek çıkan sesiyle belirttiği için babası çareyi onu kendi hırkasına sarmakta buldu.. Kanguru gibi oturup durdular.. Uzun süre uykusunun gelmesini bekledik küçük beyin!


......................


Yusufcuk beni çok ama çooook şaşırtmaya devam ediyor bugünlerde..


Birşey yapmak istemediği zaman -ki bu çoğu zaman yemek yemek oluyor- başını iki yana sallayıp "Hayır" diyor bana..


Hiçbirşeyi unutmuyor.. Diyelim ki iki gün önce yatak odasındaki bir çekmeceyi karıştırırken yakaladım onu ve kapıyı kapattım.. Kapıyı açık yakalayınca ilk işi koşup kaldığı yerden hummalı bir şekilde çekmeceyi karıştırmak oluyor..


Artık basit komutları çok iyi anlıyor maşaallah.. "Kaşığı bana ver.." dediğimde uzatıyor, "Hadi babayı arayalım.." dediğimde gidip telefonu alıyor, kulağına dayıyor.. "Git bak bakalım baba gelmiş mi?" diyorum, kapıya gidiyor.. Ama "Hadi uyuyalım.." ya da "Aç bakalım ağzını, hammm.." dediğimde hiç de oralı olmuyor.. Yani işine gelenleri yapıyor sadece :))


Kakişi geldiği zaman kıyı, köşe bir yere sinip sessiz sessiz dolduruyor bezini :)) Utanmayı ne zaman öğrendi ki bücürüm, hayret..


Anlamaya başladığı şeylerden birisi de kendisine kızıldığı.. Babası sertçe "Hişşşttt.." dediğinde ya da ben kendisine zarar verecek birşeye yeltendiğinde kızdığım zaman önce duraksıyor, sonra da dudağını büzüp ağlıyor.. Hele de uykuluysa daha da nazlı nazlı ağlıyor..


Havalar serinlediği içi yelek giydiriyorum, hiç istemiyor.. Tek tek düğmeleri açıyor önce, sonra da kollarını arkaya uzatıp sallaya sallaya çıkarmaya çalışıyor yeleği :)) Bez bağlama meselesini hiç sormayın zaten!!


Çok tatlı yürüyor maşaallah.. Özgür özgür dolanıyor evin içinde.. Bazen o beni arıyor hangi odadayım diye, bazen de ben onu.. O salonda oynarken ben mutfağa gidiyorum, bir bakıyorum pıt diye yanımda bitmiş :))


Diyafona bayılıyor.. Boyu yetişmediği için ben alıyorum kucağıma, dakikalarca diklip ne zaman bıkacak diye bekliyorum ama bıkmıyor..


Yemek yemeyi çok seviyor ya (!) şimdi de kendi yeme olayına takmış durumda.. Boş da olsa mutlaka bir kaşık olacak elinde.. Bazen onunla bana yedirmeye çaışıyor hayali lokmaları, bazen de işe yarıyor o kaşık, ben içine koyuyorum birşeyler, azıcık yardımla ağzına götürüyor :)) Kendi yediklerini de çıkarmıyor ağzından ne hikmetse..


"Gucuk gucuk gucukkk" diyorum ellerimi açıp, hemen geliyor kucağıma.. Şirin şirin sırıtıp öptürüyor kendini.. Arada birkaç tokat da düşüyor tabii nasibimize.. Eli de çok ağır bu arada.. Az değildir vurduğunda gözümden yaş getirdiği, gözümün önünde yıldızlar uçuşturduğu.. Babası da en çok minik jilet tırnaklarından çekiyor.. Haritaya döndü kocacığımın yüzü :)) Sevdi mi haşin seviyor benim oğlum..


Birşeyleri biryerlere taşımayı çok seviyor.. Bazen bakıyorum benim çantamı sürüklüyor koridorda, bazen de arayıp bulamadığım mutfak havlum oturma odasındaki kanepenin arkasından çıkıyor :)) Ağır şeyleri de "Ihh ııığğğhh.." diye bir çekişi var ki, öldürüyor beni gülmekten..


Yusufcukla namaz kılmak da çok zevkli :)) Aslında namazlarımı onun uyuduğu saatlerde kılmaya çalışıyorum ama benim oğlum sık sık ve uzun uzun uyuduğu için (!) bu çoğu zaman mümkün olmuyor.. Ben de mecburen önüne oyuncaklarını yığıp yanında duruyorum namaza.. İki dakika geçmeden başlıyor eteğimi çekmeye, başörtüme asılmaya, ayaklarımla oynamaya.. Gülmemek için kendimi zor tutuyorum.. Bana birşeyler mırıldanıyor, sonra da yüzüne bakıp cevap vermediğim için kızıyor.. Secde ettiğimde de çıkıyor üstüme, Peygamber Efendimiz torunları öyle yaptığında onlar inene kadar beklediği için ben de bekliyorum düşmesin diye.. İki gündür de secde hareketini taklit ediyor kendince.. Ayaklar ve baş yerde, popiş havada ters "v" gibi duruyor ben namaz kılarken :))


.................


Bunlar beybişimin ilk papişleri :))


Ben aşağıdaki yazıyı yazdıktan bir-iki saat sonra babamızın arkadaşı Fatih amcamızın hediyeleri geldi.. Kutuyu bir açtım, minnoş minnoş ayakkabılar.. Tam da meleğimin ayağına göre..

Sadece Yusufcuğu değil bizi de sevindiren Fatih amcaya güzel hediyeleri için çok teşekkürler..


..................


Dün bir yorum aldım, blokumun -ki aslı blogtur :)- ne kadar itici ve yapmacık olduğuyla ilgili.. Yayınlamadım çünkü yorumun altında bir isim yoktu.. Gölge bir şahsiyet tarafından yazılmış anlaşılan.. Ayrıca Yusufcuğun büyüyüp bu sayfayı okuduğunda bu saçmalıkla karşılaşmasını istemedim.. Bu kısmı da bir süre sonra sileceğim zaten..

Herkes istediği gibi düşünmekte serbest.. İtici gelebilir, yapmacık gelebilir yazdıklarım ama herkes neyi okuyup neyi okumayacağı konusunda hür.. Ben şahsen bana hoş gelmeyen, birşey vermeyen blogları okumuyorum.. Ama okusam ve onları eleştirmek istersem, bunu, altına ismimi yazmadığım şahsiyetsiz bir yorumla yapmam.. Söylemek istediklerimi "vasfımla" söylerim.. Vasfıma yakıştıramadığım şeyleri de söylemem.. Bu arkadaştan ricam, altına ismini bile yazamayacağı yorumlar yazmaması.. Söylediklerinde ısrarcıysa da kim olduğunu belirtmesi.. Ben de muhatabımı bilirim en azından..


................


Bugün aşı vurdurmaya gittik meleğime..

Sabah sağlık ocağından aradılar ve benim tamamen unuttuğum MMR aşısını vurdurup vurdurmadığımı, vurulmadıysa sağlık ocağına beklediklerini söylediler.. Telefonu kapatınca hayret ettim, hem kendime -aşıyı unuttuğum için, doğumgününde aklımdaydı oysa- hem de sağlık ocağına - bu kadar ciddi bir takip yaptıkları için, ne de olsa alışkın değiliz böyle şeylere.. Ama birşeylerin değiştiğini görmek çok güzel..-

Neyse öğlen evden çıktık, şimdiye kadar tüm aşılarımızı yaptırdığımız sağlık ocağına gittik.. O da öyle bir yerde ki mübarek, ara sokaklardan yokuş ine çıka bir hal oldum.. Önceden Ozan götürüyordu arabayla, rahattım.. Bugün ilk defa kendim gittim yürüyerek, resmen canım çıktı.. Son yokuşu çıkarken Yusufcuğun burnunu silmek bahanesiyle iki kere mola verdim yol kenarında :))

Sağlık ocağına girdim, aşı odasını arıyorum, dediler ki "Artık burada vurulmuyor aşılar, ............. sağlık ocağına gideceksiniz." Haydaa.. Canım çıkmış bir halde, aldığım yarım yamalak tarifle yeni sağlık ocağının yolunu tuttum.. Dedim ya yarım yamalaktı tarif ve ben doğal olarak kayboldum!!

Sora sora, söylene söylene yeni sağlık ocağını buldum ve farkettim ki bizim evin sadece üç sokak arkasındaymış -bunu ancak geri dönerken anladım :))- Yani sol elinle sol kulağını değil de elini başının üstünden dolandırıp sağ kulağını tutmak gibi oldu benim iş.. Anladınız siz onu di mi?

Yusufcuk hemşireye pek bir cilve yaptı başta.. Aşı odasını bir güzel karıştırdı.. İğne hazırlanırken bile hiçbirşeyin farkında değildi ama iğne sonrası çok ağladı yavrum.. Hazırlıklı gitmiştim Allahtan ki.. Hemen kocaman pembiş bir lolipop çıkardım cebimden, tutuşturdum eline.. Onu yalamak için uğraşırken unuttu acısını.. İyi oldu bu yöntem, aşı sonrası lolipop terapisi.. Hiç ağlamadı ondan sonra :)) Aşıya gidecek annelere tavsiye ederim..


...............


Son alarak da şunu yazayım.. Günlerdir düşünüyorum, annelik nimetine bir bedel biçemiyorum kafamda.. Ve nasıl şükredeceğimi şaşırmış vaziyetteyim.. Ne yapsam az, ne kadar şükretsem yetersiz geliyor bana.. Ama ben yine de acizane şükrediyorum Rabbime..

Elhamdulillah..

26 Eylül 2007 Çarşamba

Bugünkü yazımıza yine bir soru ile başlıyoruz..
Bu nedir?


Cevabı bilenlere Baştürk Limited Şirketi (!) tarafından hediye çeki verilecektir..

Sevgili Emine ve ailesi kampanyamıza dahil değildir :P

.................

Yusufcum o yüzündeki ne annem, gözlük mü?
Hayır..


Diş kaşıyıcı mı?
Hayır..


Küpe mi, kulağına takmışsın?
Hayııııırrrrrrrrr...


Peki ne o zaman? Söyle teyzelere..
"Emine teyzemin bana gönderdiği telefon" :))

Bir de bu sportif+karizmatik takımım var tabii..



Canım Eminecim taa Amerikalardan çok güzel bir hediye paketi göndermiş oğluma.. İçinden ilk fotoğraftaki de dahil bu ciciler çıktı.. Canım çooook teşekkür ederiz.. ( Tabii hediyenin bize ulaşması için zahmet veren ikizin Fatma'ya da )Yusufcuk telefonu bırakmıyor elinden.. "Alo Ozaaannn.. " diyorum, hemen yapıştırıyor kulağına :))


Gelelim ilk fotoğrafa.. Efendim o bir sling..


Anne ve bebişi başta olmak üzere her sling sahibi annenin çektiği fotoğraflara ağzımın suyu akarak baktığımı ve "Ben de istiyoruuumm.." diye naralar attığımı gören Eminecim daha fazla dayanamamış, bir sling gönderdi oğluma.. Nasıl mutlu oldum anlatamam.. Şimdi Yusufcuğun uyanmasını bekliyorum.. Birazdan markete gitmek suretiyle ilk sling denememizi yapacağız oğlumla :)) Alışır ve sever diye ümid ediyorum çünkü evde de slingle gezdirme planlarım var kendisini.. Üç gündür kucağımdan iki saniyeliğine bile bırakamıyorum.. Hasta olduğundan mı, yeni bir diş geldiğinden mi bilmiyorum.. Nazdan geçilmiyor evin içinde..


................


Gelelim diğer cici hediyemize..

Tatlı fındığım ve annesi Sabahnur'un hediyesi - öyle yazıyordu paketin üstünde :) -

Şu anda kuruma aşamasında olduğu için meleğime giydirip fotoğraflayamadım ama birkaç gün sonra gideceğimiz iftarda "Ramazan'ın şıkı" olacak inşaallah oğlum bu yeni cicileriyle..


Şık bir kurdale ile ayrı bağladığına göre çorabı ayrı almışsın Sabahnurcum ama bu kadar mı uyum olur, bu kadar mı özenilir bir hediye için..
Çok teşekkürler..



Bu arada evde olduğum halde bana ulaşamayan, daire kapısına çıkmayıp apartman girişine not bırakan ve daha sonra beni arayıp paketimi şubeden almamı isteyen, bebeğimin hasta olduğunu ve oraya kadar yürüyemeyeceğimi -şube mesafesi bize çok uzak ve o civarda metro inşaatı olduğu için yol kapalı, minibüs, otobüs vs. gitmiyor, tam 42 +42 dakika yürüdüm ağır ağır! -, bu güzergaha geldiklerinde paketi bırakmalarını rica etmeme rağmen beni reddeden Aras Kargo'ya kınama soslu sevgilerimi yolluyorum :P


( Bu aralar çok firma eleştirir gördüm kendimi! )


................


Gelelim doom günü menüsünden iki tarife..


Ayçacım, ilk tarif senin için..


Lezzet topu:


Bir adet kakaolu kek yapılır.. Fırının içinde bekletilip yumuşacık olarak soğutulan kek biraz süt ve krema çikolatalardan biriyle ( çokokrem, nutella, peripella vs. ) yoğrulur.. Avuç içinde yuvarlanarak küçük topcuklar haline getirilir ve üzerine hindistan cevizi serpilir.. Sonra da kan şekeri tavan yapana kadar afiyetle yenir :))




İkinci tarifimiz de iftar çorbamıza ait..


Ölçülü miktarlar veremiyorum çünkü ben de öyle yapmadım.. Göz kararı bir tarif ama aşağı yukarı birşeyler yazacağım..


Bir su bardağı kadar yeşil mercimeği üzerini geçecek kadar bol suyla haşlıyoruz.. Başka bir tencerede et suyumuzu kaynatıp ( normal suyla da olur ama o lezzeti yakalayamazsınız, ben denedim çünkü ) içine şehriyeleri atıyoruz. Şehriyeler yumuşayınca az miktarda haşlanmış, didiklenmiş eti ve diğer tenceredeki mercimekleri suyuyla beraber et suyuna ekliyoruz.. Altını kısıp sarmısaklı yoğurt yapıyoruz ve çorbanın suyundan biraz biraz ilave ederek yoğurdun kesilmeden ılımasını sağlıyoruz.. İyice ılık bir hale gelince karıştırarak çorbaya ilave ediyoruz..
Acı seviyorsanız çorbayı servis sırasında yağda kavrulmuş pul biberle süsleyebilirsiniz..


................


Yukarıdaki telefonlu fotoğraflarda dikkatinizi çekmiştir belki.. Kocaman bir yara izi var Yusufcuğun alnında.. Dün çok büyük bir kaza atlattı meleğim.. Çok şükür ki sadece biraz derin bir sıyrıkla atlattık.. Gerçi ben ilk başta alnındaki kanı görünce yarıldı zannedip evde deliler gibi oraya buraya koşturdum ama güç bela yarayı temzileyip buz kompresi yaptığımda o kadar da kötü olmadığını gördüm.. Rabbim yavrumu ve tüm bebişleri korusun kazalardan.. Belki yarım metreydi aramızdaki mesafe ama tutamadım işte.. Rabbime emanet minişlerimiz.. Bizim korumamızla olmuyor hiçbirşey, aciz kalıyoruz yanıbaşında olsak bile..


..................


Yusufcuk yürüdü yürüyeli yeni bir gündem maddem var: İlk adım ayakkabısı.. Doktorumuza sordum, "İlk iki yaşa kadar evde ayakkabı giydirmenizi önermiyoruz, ayak kasları üzerine basıldıkça gelişir, ayak çukuru ancak böyle oluşur." dedi.. Sadece dışarı çıkarken ayakkabı giydirmemizi önerdi. Nasıl birşey alacağıma hala karar veremedim.. Ortopedik olması şart değilmiş, onlarca model ve 20 YTL ile 120 YTL arasında değişen onlarca fiyat var.. Açıkcası iki ay giyilecek bir ayakkabıya o kadar para vermek istemiyorum ve bu konuda tecrübeli arkadaşların tavsiyelerine ihtiyacım var.. Siz nasıl birşey aldınız?


.....................


Yusufcuk iki gündür "Eğğnnnii, enniiiğğğ.." gibi birşeyler söylüyor ağlarken..
Bu "anne" demektir di mi?

Di mi?

23 Eylül 2007 Pazar

Cici hediyelerimizi fotoğrafladım sonunda..
Şimdi sırada teşekkürler var..

Uyku kitabı için sevgili Neslihan teyzemize,
Yusuf Aslan'ımın aslanlı ayakkabıları için Serap teyzemize,
Müzikli otobüsümüz için Tuba ablamıza,
Yusufcuğun az önce birlikte uyuduğu araba için Dursun amcamıza..


Yeşil süveterimiz için tekrar Neslihan teyzemize,
Kahverengi cicik süveter için Vildan teyzemize,
Mavili hırka-body takım için de canımız İrem teyzemize..


Kadife takım için Fatoş teyzemize,
Eşofman takımı için Havva teyzemize..


Pijama takımlarımız için Sümbül ve Şerife teyzelerimize, Saliha yengemize..


Kot takım, kendi ördüğü yelek..


Bu güzel seccade ve pike takımı için de Gülten teyzemize ..



Çooooooooooooooooooooook
teşekkür ederiz....


Bizi sevindirdiğiniz için..
Mutluluğumuzu paylaştığınız için..


( Bu arada, yukarıdaki pike takımı yakında yeni çehresiyle sizlerle olacak :)) O lacivert karelerin içine rengarenk minik çiçekler işlemeyi düşünüyorum.. Etamini çok severim ben.. Böylece cici-bici ihtiyacımı da gidermiş olurum artık :) )

...................


Sevgili Sabahnur'un hediyesi, kargo evde olduğumuz halde bize ulaşamadığı (!) için - not bırakmışlar aşağı kapıya- ve Emine'nin hediyesi de henüz yolda olduğu için onları fotoğraflayamadım.. Gelince inşaallah..

Herkese tekrar teşekkürler..

"Bir"icik oğlumla biz dün neler yaptık neler..

Bu sabah evine dönen babaannemizi de alıp, Kocatepe Camiine, kitap fuarına ve dolayısıyla babamıza gittik.. Malum pek göremiyoruz onu, böyle biraz hasret giderelim dedik :))

Fuarı gezmeden önce benim cami bahçesinde "fotoğraf hastalığımı" biraz yatıştırmam gerekti :))


Ama baktım ki benim minnoşum güneşten asla hazzetmiyor, mecburen içeri girdik..

( Bu arada, beybişimle ilgili yeni şüpheler var zihnimde.. Geceleri uyumuyor, güneşi hiç sevmiyor.. İki küçük dişimiz de var halihazırda.. Evde küçük bir Batman yetiştiriyor olabilir miyim ? )



Hazır fuara gelmişken hemen attık kendimizi Kaydırak Yayınlarının standına :)) Çok güzel yeni kitaplar çıkmış, kaçırmadık tabii.

( Yeni kitaplarımız başka bir yazıya konu olsun artık.. Ramazanla ilgili çok güzel kitaplar aldım ama fotoğraflarını çekmedim daha..)




Beybiş stantta durduğumuz süre boyunca bu tabelayla oynadı durdu, ona değmek için oldukça çaba harcadı.. Anlaşıldı, annesi gibi indirim meraklısı bir minnoş yetişiyor :))


Kitap fuarını son standına kadar gezip bitirince tekrar caminin bahçesine çıktık.. Güneş de geçmişti zaten, Yusufcuk itiraz etmedi duruma :))


İftar saati yaklaştıkça caminin bahçesi gittikçe kalabalıklaştı.. İftar çadırı kuyruğu metrelerce uzadı.. Ama biz şanslıydık, hiç beklemeden camiinin altındaki iftar çadırına girdik.. Fuar personeli ve yakınları ayrı kapıdan alınıyormuş çünkü :))

Böylece Yusufcuk da ilk iftar çadırı deneyimini yaşamış oldu..


Hatta mercimek çorbası bile içti bol bol..


İftardan sonra akşam namazını kılmak için camiye girdik tekrar..
Yusufcum namaz kılan amcalarını seyretti uzun uzun..


Sonra da kendisine mışıl mışıl uykular, etcik butcuk olacak kilolar vermesi için Allah'a dua etti :))


Babamızla vedalaşıp eve dönmeye karar vermiştik ki Kocatepe Camiinden Kızılay'a doğru inerken Yusufcuk aylar sonra ilk defa arabasında uyudu kaldı.. Aslında uyumak değil de "sızmak" olarak nitelendirebiliriz bu eylemi.. Öğlende uyumuştu en son ve o sırada saat sekizdi..


Biz de bu fırsatı değerlendirdik Ozan'ın annesiyle ve biryerlere oturup birşeyler içmeye karar verdik.. Ama baktım ki yolumuzun üstüne güvenerek gittiğim bir fast food mağazasının şubesi açılmış, "içme" planımız "yeme"ye dönüştürüldü tarafımdan :))

Evet evet yaptım.. İftarın üstüne dünya kadar şey yedim kayınvalidemin hayret dolu bakışları arasında :))



Kayınvalidem

Yarım saat geçti geçmedi, Yusufcuk uyandı kızarmış patateslerin kokusuna :)) Tatlımı minnoşumla paylaştım ve artık eve dönmeye karar verdik son otobüs de geçmeden..


Uzun zamandır bu kadar hareketli ve akşam eğlencesi de içeren bir gün geçirmemiştim.. Çok iyi geldi bana.. Haftaya planım Yusufcukla yanlız gitmek ve babamıza ufak bir baskın yapmak.. Fena olmaz değil mi?

Mutluluğun resmini sormuş Sabahnur bana..

Benim için mutluluğun resmi bu..

Benden huzur, güven, sevgi ve merhamet bekleyen, hayata benimle tutunan bu küçücük el..

Küçük mutluluğum :))


Peki senin için mutluluğun resmi nedir sevgili k.i.s.d. ?

21 Eylül 2007 Cuma

Yayın akışımızda teknik (!) aksaklıklar sebebiyle meydana gelen gecikmeden dolayı özür diliyor, hemen ayrıntılara geçiyorum..


Veee

işte karşınızda

"doom günü şekeri"m..










Yukarıdaki fotoğraflar iftar sonrası ufak pasta seramonimizden :)) Asıl soframız bu değildi yani..

Doğum günümüz Ramazan'a denk geldiği için sadece ufak bir kutlamayla geçiştirmek istemedik ve tanıdıklarımızla, sevdiklerimizle kocamaaan bir iftar sofrasının etrafında toplanmaya karar verdik.. "Verdik" derken, kararı Ozan'la vermiştik aslında ama babamızın yoğun Ramazan mesaisi başladığı için maalesef o katılamadı doğumgününe :( Biz de "bütün kızlar toplandık" modunda bir iftar tertipledik :))

Herşey çok ama çok güzeldi elhamdülillah.. Misafirlerimin memnun kalması beni çok mutlu etti, çektiğim tüm sıkıntıya değdiğini düşünüdüm..

Yemek yiyemeyeceğim, oğlumun fotoğrafını bile çekemeyeceğim kadar yoğun bir akşamdı benim için.. 15 yetişkin, beş çocuk ve üç bebekten oluşan güzel beraberliğimiz gece 11:30'a kadar sürdü.. Fırsat bulduğum bir ara oturup aldım kucağıma Yusufcuğu, bugünü daha da unutulmaz kılsın diye bu ufak bir kareye sığdık meleğimle :))
Sonra da mutluluğumuzu paylaşan herkesi doom günü şekeriyle fotoğrafladım..
Aşağıdakiler, bunlardan sadece ikisi..



Güzel bir iftar, pasta bidibidisi ve gülüşe gülüşe içilen çaylardan sonra gecemiz yerini Ayet-i Kerimelere ve misafirlerimizin oğlum için ettikleri güzel dualara bıraktı..
Hepsine çok teşekkür ediyorum, Allah razı olsun..


...........

İftar menümüzü merak edenler için de fotoğraf çektim bol bol :)) O karmaşada masayı bir bütün olarak çekme fırsatım olmadı ama..

İşte menümüz..

Peynirli ve patlıcanlı börekler..

Közlenmiş kırmızı biber salatası ve Havva ablamın enfes sarmaları..


Kırmızı biberlerimiz bu kez de taze fasülye salatamıza eşlik etmekte..


Diğer salatalarımız..


İsitsinasız herkesin tarifini istediği çorbamız..


Ana yemeğimiz.. Patates püresi üzerinde kaşarlı saç kavurma..


El emeği göz nuru erik, çağla ve tombik biber turşularım :))


Tatlı olarak da lezzet toplarımız..


Ve yine herkesin tarifini istediği helva - Ozan'ın annesi yaptı -



...............

Hediyelerimizi dizdim masanın üstüne ama fotoğraf aşaması bitmedi daha :)) Onlar da yarına inşaallah..

Özellikle teşekkür etmek istediğim bazı kişiler de var tabii..

İftara katılamasa da gündüz gelip meleğime çok güzel bir hediye getiren İrem teyzeye..

Güzel bir hediye paketiyle ve özellikle üzerindeki kartla bizi çok duygulandıran Nes teyzeye..
( Hediye süveterimiz doom günü şekerinin üstündeydi )

Telefon numaramızı 118'den bularak bizi arayan ve meleğimin ilk yaşını kutlayan Ayşe teyzeye..

Sıcacık sesiyle içimi ısıtan Fetişime..

Hediyeleri bize ulaşmasa da yolda olduğunu bildiğim Emine ve Sabahnur'a..

Sayfalarında doom günümüse yer veren ve kutlayan tüm blogger teyzelerimize,
yorumlarıyla bizi mutlu eden herkese
çooooook teşekkür ederiz...

..................


YATAŞ'tan aldığım ve aldığıma bin pişman olduğum eksik yatak odası takımımın şifonyeri ve dolap kapağı hala gelmedi.. Bir daha yanından bile geçmem herhalde mağazanın.. Ayrıca şikayet edebileceğim heryere de şikayetimi iletmeye karar verdim.. Özellikle internet ortamındaki şikayet köşeleri daha çok yankı uyandırıyormuş firma adına.. Oralara da yazacağım bana yaşattıkları rezilliği.. Yatağımın üstüne ve yanına yığdığım giysi ve ıvır zıvırlarla ağırladım misafirlerimi..


..................

Son not: Keşke anneciğim de yanımda olabilseydi, dedesi de doom günü şekerini öpebilseydi, dayıları "yigiş, yigişşşş" diye peşinde dolanabilseydi..

20 Eylül 2007 Perşembe

"Bebek Baştürk"

Erkek bebek..

Doğum tarihi: 20 Eylül 2006
Doğum saati : 10:35
Doğum ağırlığı: 2935 gr
Boy: 49 cm

Doğum şekli: Acil sezaryen..

................


Resmi belgelere göre, geçen yıl bu saatlerde "iç içe" pozisyondan "kucak kucağa" pozisyona terfi ettik oğlumla :)) Dokuz ay merakla beklediğim, kucağıma almak için delirdiğim bebişim hayatıma girdi ve baştan başa anlam kazandım ben..


Daha dün kucağıma verdikleri bembeyaz, fındık kadar bebiş, bugün ilk yaşını kutlayacak inşaallah, ekstradan iki dişi ve yampiri yumpiri adımlarıyla.. Ve ben geceden beri olduğu gibi ona baktıkça bakmaya doyamayacak, ağlamamak için dudağımı ısıracağım yine..


Rabbim hayırlı, uzun bir ömür ver yavruma..
Onun acısını, yokluğunu gösterme bana..
Hayırlı bir kul, hayırlı bir evlat olmasını nasip et..
Rızana ulaştıracak bir hayat yaşat ona..
Hem kendine hem de çevresine faydalı, hayırlı bir insan olmasına yardım et..
İki cihanda da rızkını, azığını bol eyle..
Seni seven ve senin sevdiğin kullarından olmasını nasip et..
Yardımını, merhametini ve esirgemeni üzerinden eksik etme..
Tüm şer ve kötülüklerden muhafaza et evladımı..
Yüzü gibi gönlünü yüreğini de güzelleştir, güzel ahlak ver..

Ve en önemlisi bana bu güzel nimetin hakkını verebilmeyi, onu en güzel şekilde yetiştirip ahirette yolumu aydınlatacak bir evlat olarak büyütmeyi nasip et..

Şükürler olsun sana Allah'ım..

İlk yaşın kutlu olsun bebeğim..
Sanki daha bir büyüdün bugün, bir bebek değil de bir çocuk oldun gözümüzde.. Seni seviyorum.. Ölesiye seviyorum.. Bir anım bile kokunu duymadan, gülüşünü görmeden geçmesin istiyorum..

İyi ki doğdun..

..............

Not : Doğum hikayemizi okumak isteyenler bu yazımıza bakabilir..

18 Eylül 2007 Salı

Sevgili okuyucu,
bu yazı yazarın oldukça sinirli olduğu bir anda yazılmıştır ve sinir bozucu öğeler içermektedir.. Bunları "nötr"leyecek pozitif enerjiniz yoksa lütfen okumayınız..
Aksi halde çevreye verdiğimiz zarardan sorumlu olmayacağız..

..................


Çok sinirliyim çoookkkk..

Yaklaşık on gün önce "iyi" bir firmadan bir yatak odası takımı aldık.. Siparişini verdik daha doğrusu ve en kısa zamanda teslim edeceklerini söylediler.. Ayın 20'sinde büyük bir misafir grubu ağırlayacağımı ve hemen teslimat istediğimi anlattım, "Tamam" dediler.. On gün oldu ben bekliyorum.. Telefon telefon üstüne neyse ki bugün yatak odası geldi..

Ama tam değil.. Şifonyeri yok!

"Ne zaman gelir abi?"
"Valla fabrika ne zaman gönderirse abla.."

Dördüncü telefonda sevkiyat müdürüne ulaştım, durumu anlattım.. Fabrikayla konuşup yarın göndereceklerini söylediler..

Bu arada montaj için gelecek arkadaşları bekliyorum..
-Nakliyeyi farklı, montajı farklı ekip yapıyormuş -
Onlar gelip yatak odasını kuracak, ben yerleştireceğim ve alışverişe gideceğim.. Yusufcuğun bezi bitmek üzere, kesin gitmem lazım..

İftar oldu olacak hala gelen giden yok.. Bir telefon daha..

"Aaa gelmediler mi? İftardan sonraya kaldınız galiba, gelirler gelirler.."

Az önce montaj ekibi gitti! -Lütfen yazı saatine bakınız!-

Ama terslikler bizi terketmedi..

Boydan boya ayna olan üç kapıdan birisi nakliyede çatlamış! Onu monte etmediler.. Dolaplardan birisinin menteşesi yok -kutudan çıkmamış- ve ufak bir bölüm de gelmemiş!!

Tek kelimeyle delirmek üzereyim..

Benim yatak odasındaki tüm muhteviyatım da salon ve oturma odasına paylaştırılmış durumda bu arada.. Yemek masamın üstü bile nevresim takımları, Yusuf'un kıyafetleri ve havlularla dolu!!

Sabırsızlıkla yarın sabahı bekliyorum ve bu "iyi" firmaya en fazla üç saat veriyorum..

Ben telefon ettikten sonra hemen gelmezse eksikler ve ben akşama kadar yerleştiremezsem o odayı, kocaman harflerle yazacağım isimlerini buraya.. Nasıl en iyi reklam müşteri memnuniyetiyle oluyorsa en kötü reklam da müşteri memnuniyetsizliğiyle olur herhalde..

Offfff...

Perşembeye iki gün var..

Yatak odası yerleştirilip temizlenecek..

İki odanın perdesi kaldı, onlar yıkanacak..

Koltukların yıkanan kılıfları geçirilecek..

Yusufcuğun dolapları yerleştirilecek..

Ev süpürülecek, silinecek, toz alınacak..

Mutfak dolapları silinecek..

Sarma sarılacak, kek börek yapılacak..

Son gün yemekler pişirilecek..

Yusufcuk yıkanacak, paklanacak, "doom günü şekeri" haline getirilecek..

Ya da ben bu gece kafayı yiyeceğim ve perşembe günü gelen misafirler oturabilmek için koltukların üstündeki kazakları ufaktan ufaktan kenara itip "Vah vah, çok da gençti zavallı.. Derdi neydi ki acaba?" diyecekler..

Siz biliyorsunuz artık, onlara anlatırsınız olur mu?

16 Eylül 2007 Pazar

Geceleri çok severim ben.. Gençliğimden beri :P

Taa ortaokul yıllarımda bile sabahladığım, gece gece şiirler yazdığım, en sevdiğim radyo programları bitene kadar gözümü yummadığım çok olmuştur..
( Yusufcuk bu sırrımı çözmüş olmalı.. "Annem alışkındır, mahrum kalmasın gecelerden.." diye şimdi de o uyutmuyor sağolsun :) )


Çayı severim.. Ama muhakkak güzel bir sohbet, özenilerek hazırlanmış bir pazar kahvaltısı ya da sıcacık bir börek olacak yanında.. Yoksa bir anlamı kalmaz benim için..


Şiirleri çok severim.. Kimi ağlatır beni, kimi en çocuksu yanıma dokunur.. Kimini okuduğuma pişman olurum, kiminin de her dizesi kazınır hafızama, bir bakarım tekrar tekrar okumuşum..


Mevsimlerin hepsini ayrı ayrı severim..

İlkbaharın coşkusunu başka hiçbirşey yaşatamaz mesela bana.. Kıpır kıpır olur içim.. Sanki ağaçlarla, çiçeklerle beraber ben de yeşeririm.. Rengarenk olur yüreğim..

Yazın, susuzluğumu bitiren bir bardak soğuk suyu severim en çok.. Külah külah dondurmaları da unutmayalım tabii.. Bir de sabah perdeleri açar açmaz içeri dolan yaramaz güneş ışıklarını.. Kışın en çok onları özlerim..

Sonbahar hep ölümü ve ayrılığı çağrıştırsa da bana sararan yaprakların büyüsü dağıtır hüznümü.. Çok severim o görüntüyü ben.. Üzerlerinde yürüdükçe çıkan minik çıtırtıları da çok severim..

Kışın karın yağdığı şehirlerde oldum hep.. Artık çocukluğumdaki gibi çıkıp saatlerce yuvarlanmasam da içinde, pencereden seyretmeyi severim şehrin bembeyaz bir duvağa bürünmesini.. Sıcak birşeyler içerim mutlaka ama bir türlü ısınmaz içim fakir çocukları düşündükçe.. Sokak sokak dolaşıp hepsine eldiven dağıtmak isterim, kartopu yaparken moraran minicik elleri ısınsın diye..


Küçücük şeylerle mutlu olmayı severim.. Ve bunu başarabildiğim için de hep şükrederim..

Evim için, kendim için güzel birşeyler yapmak, bir arkadaşımdan bana dua ettiğini duymak, ne zamandır aradığım renkte bir eşarp bulmak, Ozan'ın yaptığım bir yemeği çooook beğenmesi ve "Daha var mı?" diye tencereye bakması, çalışma masamdaki küçük renkli vazolarım, okuduğum güzel bir hikaye ya da yeni bir atkı örmeye başlamak yaklaşan kış için.. Bunların hepsi tek başına yeter beni mutlu etmeye..

Ama itiraf etmeliyim, Yusufcuğun gülüşü gibisi yok.. Oynarken bir ara duraksayıp hızla bana emeklemesi ve kendini kucağıma bırakması, kikir kikir gülüşmemiz, boynunu, yanacıklarını, ellerini öpmem.. O saçlarımı çekerken benim onu gıdıklamam.. Herşeyden daha çok mutlu ediyor beni..


Dua etmeyi çok severim.. Kudreti herşeyin üzerinde olan Rabbime sığınmak ve dilediğim herşeyi ancak onun gerçekleştireceğini bilmek beni çok mutlu eder..


Sonra sonra... Yaşadıklarımı hatırlatacak küçük şeyler biriktirmeyi severim.. Bazen onları saklayacak yer bulamadığımda "Atsam mı acaba artık, belediye çöp ev diye kapıyı mühürleyecek yakında.." diye söylensem de, sararmış ortaokul mektuplarımı okumak, bitmesin diye kullanmaya kıyamadığım bir keçeli kalemi tekrar özenle kutusuna koymak mutlu eder beni..


Kitap okumayı çok ama çok severim.. Bu aralar en çok özlediğim şey bu belki de.. Vazgeçemediğim kitaplarım vardır, döner döner okurum bazı bölümlerini.. Ve bir kitabın bana birşeyler öğretmesini değil, birşeyler hissettirmesini severim..


Bir şehre çoook yukarılardan bakmayı severim..
Evlere baktıkça neler neler geçer aklımdan.. Sıra sıra binaların içinde saklanmış hayatları merak ederim..


Birisini ya da birşeyleri özlemeyi severim..
O bekleyişin, kavuşmadan daha heyecanlı, daha gizemli olduğunu bilirim..


Papatyaları çok severim.. En sıcak çiçek onlarmış gibi gelir bana..
Küçükken taç yapmak için zavallıların çoğunu telef ettiğim için hala pişmanım..


Hayal kurmayı, bütün ailenin çevresinde toplandığı sofraları, bayram sabahlarını, çocukluğumu hatırlamayı, küçük de olsa bir iltifat almayı, bazen kendimle baş başa kalmayı, beni anneme kavuşturan yolculukları ve artık en çok "anne" olmayı.. Severim, severim , severim..


...............

Canım Arzucum.. Beni sobelediğin için çok teşekkür ederim.. Sevdiğim birçok şey canlandı gözümde, güzel şeyler hatırladım..

Ben de Sümüklüböceğimin ve fındık prensesin annesi Sabahnurun neleri sevdiğini merak ettim..
Hanımlar sobeee...

15 Eylül 2007 Cumartesi

Saat onikiye yirmi var.. Ama bunun konumuzla ilgisi yok :)) Zannettiğiniz gibi dün gece yattığımız zamanı falan da göstermiyor, çünkü o daha geçti!!

Günlerdir kafayı takmıştım bu saate.. Tamam beğenerek aldım ( hem de İKEA'dan :P ) ama biraz fazla "silik" kaldı duvarda - ki bu benim gibi cici-bici seven bir kişilik için yeterince rahatsız edici bir durum :))

Ben de ufak bir değişiklik yaptım kendisi üzerinde..

Böylece pembiş salonuma gayet uyumlu hale geldi :))

Yapımı gayet basit.. Öyle pahalı, özellikli boyalara ihtiyaç yok.. Ben Ozan'ın suluboyalarını kullandım :)) Saatin arkasını ik-üç kat boyadım. Çiçekler için de evde bulunan eski bir ev dekorasyon dergisini değerlendirdim.. Oradaki düz renk yatak örtüsü ve pike kısımlarına tersten çiçek çizip kestim ve saate yapıştırdım..

El işi demişken..

Bu da annemin işleyip çeyizime koyduğu bir minder..
Küçük gibi görünüyor ama değil.. Yusufcuk boylu boyunca uzandığında gayet rahat sığıyor üzerine.. Hiç kullanmamıştım şimdiye kadar ama artık çok işimi görüyor.. Yusufcuk ( nadiren de olsa ) oturup oyuncaklaryla oynadığında altına koyuyorum.. Havalar iyice soğudu burada çünkü, kış yakın sanırım..

...............

Gelelim bebişten haberlere..

Meleğim artık "Ben koca adam oldum.." havalarında dolaşıyor evin içinde :))

Önceden pat küt vurarak çalıştırdığı müzikli oyuncaklarını artık daha "narin" kullanıyor :)) Küçücük parmaklarıyla basıyor düğmelerine..


Sonra da neşeyle, el çırpa çırpa dinliyor çalan müziği :))


................

Hala kütüphanenin sol alt gözünde "takılmaya" devam ediyor..

İçeri girip oraya sığamadıkça sinir oluyor :))



Yamuk yumuk oturuyor..
Bazen de rafların tadına bakıyor :))



.............


"Cee ee" oyununa fena takmış durumda.. Bulduğu her kumaş parçasını ( etek, havlu, seccade, çarşaf, hatta altını değiştirirken kendi pijaması.. ) yüzüne kapatıp "cee" yapıyor.. Yüzünü kapatıp açtı ve biz farketmediysek bıdı bıdı söylenip dikkatimizi çekiyor..


En çok perde "ce ee"si alkışlıyoruz bu aralar..



...............


- Yusufcuk artık kelimelerle kavramları çok güzel eşleştiriyor maşaallah.. "Tavşanın nerede?" diye sorduğumda tavşanına dönüyor, göster dediğimde küçük sosis tipi parmağıyla işaret ediyor.. "Suyunu iç hadi.." deyince de gidip biberonunu alıyor ve dikiyor kafaya :))

- Numaradan ağlaması çok komiiiikkkk..
İstediği birşey olmayınca kendini zorlaya zorlaya "güya" ağlıyor.. Ses de mimikler de acayip :)) İstediğini verirsek ya da dikkatini başka şeye çekersek bıçak gibi kesiliyor numara hıçkırıklar..

- Nasıl becerdi bilmiyorum ama vitrin camını çatlatmış Yusufcuk.. Hem de bağlı olduğu halde.. Açıp çarpmasına imkan yok yani.. Oyuncaklarıyla vurdu galiba afacan bücür..

- Babasıyla ben ne zaman yan yana otursak veya gülerek sohbet etsek, ne yaparsa yapsın hemen bırakıp yanımızda bitiyor.. O da yetmiyor, kucak istiyor.. Hemen muhabbete dahil olup o da gülüyor kendince :))

- "Amin" yapmayı öğrendi.. Ama ellerini yüzüne sürmüyor da kafasını önden arkaya doğru sıvazlıyor biz "Amin" dedikçe :))

- Önceden düştüğünde ya da biryeri acıdığında sedece ağlıyordu, şimdi acıyan yerini göstererek ağlıyor.. Parmağı sıkıştıysa ağlayarak uzatıyor ileri :)) "Anne öptü, geçtiii" şarkısı eşliğinde öpüyorum ben de..

- Geceleri odasında uyuyor artık..
Tabii yanında minik bir yer yatağına yatmış annesiyle birlikte :))


..................

Ozan'ın annesi geliyor yarın.. Doom günüsünde Yusufcuğu görmek istemiş..
O minnoşu oyalarken ben de temizlik, menü vs.yi hallederim artık.. Beş gün kaldı doom günümüze.. Geri sayıyoruz, yuppiiii :))

13 Eylül 2007 Perşembe

Ne az önce geçen ve "Üç taynesi onn yeğğtele.." diye bağırmak suretiyle bücür cadımı uyandıran pijamacı ne de 3. kattaki Emine teyzenin aşağı döktüğü bir kova suyla nokta nokta lekelenen camlarım.. Hiçbirşey moralimi bozamaz bugün..

Ramazan'a kavuştuk çok şükür..

Sabahtan beri çocukluk oruçlarım var zihnimde.. O günlerdeki gibi kıpır kıpır içim..

Herkesin vardır bir ilk oruç hikayesi.. Çoğu benzer belki birbirine ama hepsi çok özeldir ilk oruçların.. Kimi parayla satın alınır ( Ama babam bizim oruçları hiç satın almadı, baktı ki üç bücür var, alsa pahalıya patlayacak kendisine, başka bir taktik kullandı ), kimi "dikişli" olur, kimi tastamam.. Ama hiç çıkmaz insanın içinden o ilk orucun tadı..

İlkoula yeni başlamıştım galiba ilk orucumu tuttuğumda.. Annemleri yalvara yakara beni de sahura kaldırmaları için ikna etmiştim.. Kardeşlerime hava atmayı da ihmal etmemiştim tabii " Ben artık büyüdüm, sahura kalkıp oruç tutacağım.." diye.. Canım annem, bizim evde bir sahur klasiği olan yumurtalı ekmek yapmıştı galiba.. Yedim, yedimmmm.. Midem su dolu balona dönene kadar da su içtim, annem "İyi iç bak, susarsın.." dedikçe..

Sabah kalktığımda kardeşlerim kahvaltı yaparken ben sabırla öğle ezanını bekliyordum.. Çünkü annemin anlattığına göre çocukların orucu "dikişli" olurdu ve öğle ezanı iftar edilirdi.. Bu iftar aynı zamanda sahur da olurdu ve akşam ezanına kadar orucun kalan kısmı tutulurdu :))

Öğle vakti iftarımı yedim bir güzel :)) Yine göbişim şişene kadar su içtim ve akşama kadar sokaklarda koşup oynadım.. Vaktin nasıl geçtiğini anlamadım bile ama akşam iftar sofrasına oturduğumda o kadar büyümüş, o kadar güçlü hissediyordum ki kendimi, hep oruç tutmak istedim.. Bu sefer babam girdi devreye.. Çocukların bir Ramazan'ın başında, bir ortasında, bir de sonunda oruç tuttuklarını, anne-babaların bu 3'ün yanına bir "0" koyduklarını ve böylece 30 gün oruç tutmuş olduklarını anlattı :)) Ben de razı oldum tabii, n'apalım kurallar öyleydi :))

Sonraki senelerde kardeşlerim de eklendi iftar ve sahur sofralarına.. Artık dikişsiz olmaya başladı benim oruçlarım.. Babamın her sahur sonrası mutlaka okuduğu ve bizim o zamanlar yarı uykulu gözlerle dinlediğimiz "üç hadis" ışıttı sabahlarımızı.. Hep canımız ne çektiyse onunla süsledi iftar sofralarımızı annem..

Şimdi bunları hatırladıkça gözlerim doluyor ve ben de oğlumun ilk orucunun hayalini kuruyorum.. Onunla yapacağım sahurları iple çekiyorum.. O da benim gibi, sırf Allah istedi diye aç kalmanın ve sonra iftarda içilen bir bardak suyla ferahlamanın tadını yaşasın istiyorum.. Dikişli oruçlarının ardından bizimle iftar sofrasına oturup ellerini Yaradan'a açtığında, onun küçücük avuçlarına sağanak sağanak yağacak rahmetten biz de nasipdar olalım istiyorum..

Bugün Ramazan..
"İlk oruç" kuşları uçuyor miniklerin..

Bugün Ramazan..
Ruhları, açlıkla arınıyor büyüklerin..

Mübarek olsun..

12 Eylül 2007 Çarşamba


Küçük mantarımın doktor kontrolü vardı dün..

( Babası artık "küçük mantar" diyor oğluma, benim eserim olan muhteşem saç modelinden dolayı )

Aslında doom günümüzden sonra aşısını da yaptırınca gidecektik ama Ramazan başlayacağı ve babamız bu Ramazan'da da Kocatepe Camisinin bahçesinde açılan kitap fuarında görevli olduğu ve ancak sahurdan sahura görüşebileceğimiz için erken gittik :))

Genel muayene tam bir faciaydı ve bir saat sürdü.. Şaka maka değil bir saat.. Zavallı Neşe hanım ter döktü resmen.. Kulağına bakmaya çalışıyor, Yusufcuk basıyor çığlığı, dişlerini görmeye çalşıyor Yusufcuk yıkıyor ortalığı.. Hatta abarttı, Neşe hanım ona doğru yönelince bile ağlamaya başladı.. Biz de çareyi Yusufcuğu "sabitlemek"te bulduk :)) Babası kol ve bacaklardan, ben de başından sorumluydum.. Kıskaca aldık resmen bebişimi, ağlaya ağlaya acıklı bir muayene oldu işte :((

Boğazı hala tam iyileşmemiş.. Sesten belli zaten, orada ağlarken hepten kısıldı ama Allah'a şükür ciğerlere inmemiş.. İlaçlara devam :((

Boyu ve baş çevresi normal olsa da kilosu tahmin ettiğimiz gibi çok düşük :(( 10. persantile düşmüşüz!! Neşe hanım elinden geldiğince beni rahatlatmaya çalıştı, onlar için esas olanın boy gelişimi olduğunu, boyda problem olursa tahlillere başladıklarını ama diş çıkarma döneminde bu kilo probleminin olağan olduğunu söyledi. İçim rahatlasın diye multivitamin yazdı ama sağlığı yerinde olduğu sürece kilosunu önemsemememi söyledi..

Uykusu hakkında konuştuk uzun uzun.. Anne sütü alma + diş + kolik sonucunda başka birşey beklememizin doğru olmadığını söyledi.. Emzirmeye devam ettiğim sürece kısa kısa uyuması normalmiş.. Bazı bebeklerde tüm dişler çıkana kadar bu süreç düzelmezmiş !! ( Yusufcum lütfen o bebeklerden olma annem, yalvarırım yaa.. )

Yeme problemi biraz daha devam ederse gündüzleri emzirmeyi kesmemi önerdi Neşe hanım.. "Sadece gece emse bile ihtiyacı olan anne sütünü alır ve gündüz de ek gıdalarla beslenir." dedi.. Böyle devam ederse son çare olarak onu deneyeceğiz galiba..

Yusufcuğun sünneti hakkında da konuştuk biraz.. İki yaşından önce yaptırmamızın iyi olduğunu söyledi Neşe hanım.. Sanırım bayramdan sonra bir de sünnet telaşı saracak bizi.. Ne kadar erken olursa o kadar çabuk iyileşiyormuş çünkü.. Zaten ben çok pişmanım doğar doğmaz sünnet ettirmediğimize.. Kıskaç yöntemi ile ilgili bir broşür verdi.. Araştırmam lazım bu meseleyi de uzun uzun..

Bir de artık rutine alınmaya çalışılan 6. ay sonrası göz muayenesini önerdi doktorumuz.. Bu dönemde gözlük kullanımı mümkün olmasa da çeşitli kırma kusurları için kapatma tedavileri varmış ve kesin çözüm sağlayabiliyormuş..

Eve dönünce Yusufcuk da ben de uyumuşuz yarım saat.. Onu bilemem ama bana ilaç gibi geldi :)) Bunu daha sık yapalım oldu mu yavru kuşcum :))

.......................

Yusufcuk ve babası yeni bir oyun keşfettiler bugünlerde.. "Sevgi aktarımı"..
Babası kendi parmağını solucan gibi oynatıp "Hani parmak, hani parmak?" diyor.. Yusufcuk da parmağını onunkine dayayıp gülüyor :))



Uzaktan bakıp kıskanmakla meşgul olan anne de oyuna dahil olmazsa olmaz ama :))




........................


Bu gece ilk sahurumuza kalkacağız inşaallah.. Az önce kaynattım Ozan'ın vazgeçilmezi erik hoşafını.. İçimi bir heyecan sardı resmen.. Bir Ramazan'a daha erişmeyi nasip eden Rabbime şükürler olsun.. İnşaallah dolu dolu geçirmek de nasip olur..

Hayırlı Ramazanlar herkese..