30 Kasım 2007 Cuma

( Az önce Yusufcuk babaannesiyle evin önünde oynamaya çıktı ve ben de "Fırsat budur.." diyerek açtım bilgisayarımı.. Kayınvalidem gidene kadar işleri toparlamak istediğim için uzun uzun yazacak vakit yok ama sizi de merakta bırakmak istemedim.. Madem ki birşeyler anlatamıyorum, bugün biraz edebi (!) takılalım :)) Okuyun bakalım hoşunuza gidecek mi.. )

Minik pembe dükkanın kapısını yavaşça açıp içeri girdi genç kız. Burnunun üzerindeki küçük yarım gözlükleriyle kendisine gülümseyen tezgahtara "Biraz gözyaşı istiyorum" dedi. "Hatta biraz değil elinizde ne kadar varsa." Sustu. "Sadece iki şişe" dedi tezgahtar, "Ancak onlardan birini eşi avcılar tarafından vurulmuş bir ceylana götüreceğime söz verdim."

Tezgahtar gözyaşı şişesini ararken rafları inceledi genç kız; cam bir kavanoza konulmuş umutlar, bebek gülücükleri, bir-iki tane kalmış sevgi sözcükleri, iyi süslenmiş birkaç güzel rüya, özleyenler için iki kocaman çocukluk günü, bir türlü anlaşılamamış bir sevda, minik bir serçenin kalp atışları... "İşte" dedi tezgahtar ve küçücük bir şişe uzattı genç kıza. "Teşekkür ederim" dedi ve cebinden çıkardığı bir avuç mutluluğu uzatarak ekledi genç kız: "İnanın size verecek başka hiçbirşeyim yok." Başını salladı tezgahtar ve dışarı çıktı genç kız.

Yavaşça adımladı tozlu yolları ve sonunda onu sahile götürecek patikaya vardı. "Biraz çiçek toplamalıyım.." dedi kendi kendine. "Denizler çiçekleri sever." Arılarla kavga etti, dikenler çizdi ellerini ama sahile vardığında kucağındaydı kırların tüm çiçekleri. Uyuyordu deniz. Onu uyandırmamak için ayaklarının ucunda ilerledi kıyıya ve her zaman yaptığı gibi bağırmak yerine başıyla selam verdi denizyıldızlarına. Oturdu genç kız, kucağındaydı çiçekleri. Kumların üzerine birşey yazmak geldi içinden ama doluydu elleri. Oysa yazsaydı "Başını kaldır ve yıldızlara bak! " yazacaktı genç kız, "Ne kadar mutlu, kalabalık ve ışıltılı görünüyorlar değil mi? Oysa bizden bile daha uzaklar birbirlerine, bizden bile!.." İçini çekti genç kız, büküldü çiçeklerden birinin boynu ve deniz uyandı aniden...


"Rüyamda çok kötü şeyler gördüm" dedi, "Gökyüzünün rengini çalmıştı birkaç acımasız martı ve ben baştan aşağı kahverengiydim!" Elindeki çiçekleri uzattı genç kız, mutlu oldu deniz. Her kıyıya vuruşta birkaçını aldı çiçeklerin. "Senden bir ricam var.." dedi genç kız, "Acaba benim için ağlayabilir misin?" Şaşırdı deniz. Şimdiye kadar hiçkimse böyle birşey istememişti ondan. "Elimdeki şişede biraz gözyaşı var. Onu da alır mısın çiçeklerle beraber ve ağlayabilir misin benim için her kıyıya vuruşta?" Evet, evet! En son böyle demişti genç kız..

"Peki o buna değer mi?" diye sordu deniz, "Gerçekten değer mi?" "Evet" dedi genç kız, "istersen sorabilirsin gözlerime." Baktı ve genç kızın gözlerinde kaybolmaktan korktu deniz.. "Tamam.." dedi, "Her kıyıya vuruşta ağlayacağım senin için."

O günden sonra hep ağladı deniz, her kıyıya vuruşta. Söz vermişti bir kere, denizler kolay kolay dönmezler sözlerinden. Herkes duydu onun hıçkırık seslerini ve hep kır çiçekleri gördüler kıyıya vuran dalgaların ellerinde.

O günden sonra genç kızı gören olmadı. Kim bilir belki de yeni bir sahildeydi ve kumların üzerine "Başını kaldır ve yıldızlara bak. Ne kadar mutlu, kalabalık ve ışıltılı görünüyorlar değil mi? Oysa bizden bile daha uzaklar birbirlerine, bizden bile..." yazamıyordu yine, ellerinde yeni denize hediye edeceği yeni kır çiçekleri olduğu için. Ve belki de dolaşacaktı tüm sahillerini tüm denizlerin, onun yerine ağlamaları için.

Ama hep merak etti genç kız, acaba tezgahtarın diğer gözyaşı şişesini verdiği ceylan da bir deniz bulabilmiş miydi kendine? Yoksa bir bulut muydu onun anlaştığı? Her yağmur yağışında minik bir gözyaşı şişesi aradı bulutlarda genç kız çünkü ancak bir ceylan bu kadar güzel ağlayabilirdi...

( Lise karalama defterimden.. )

Yorumlarınız için de hassaten teşekkür ederim.. Üzerimde onlara cevap yazamamanın mahcubiyeti var ama affınıza sığınarak bir süre daha izin istiyorum.. Merak etmeyin, dönüşüm muhteşem olacak :P Neler var neler.. Yeni bir saat tasarımı, canım Ozan'ımın doğumgünümüz için harika dizelerle süsleyerek hediye ettiği şık saatim ( vaaaavvvv ), yapımı ve süslenmesi en fazla iki gün süren ama her görenin hayran kaldığı bir bolero ve yapımı, Yusufcuktan yeni kareler, birkaç kitap önerisi.. Hepsi ama hepsi kafamda dönüp duruyor "Yaz bizi, yaz bizi.." diye :))

Vakit.. Sadece biraz boş vakit istiyorummmmm...

27 Kasım 2007 Salı



Aaa.. Yusufcuk kreşe mi başlamış yoksa ?

Acaba ?

Acaba ?


Yok yok..

Başlamamış..

Haftasonu ufak bir kreş gezisi yaptık ailece :)) Yusufcuk için değil ama benim için.. Buradaki bir kreşin müdürü acil olarak ingilizce öğretmenine ihtiyaçları olduğundan bahsetmiş Ozan'a.. O da bana anlattı eve gelince meseleyi.. Benim okuduğum okul ve bölüm itibariyle hem Türkçe hem de İngilizce öğretmenliği yapma imkanım var. "Haftada birkaç gün, birkaç saat derslere girersin, Yusuf da o sırada kreşteki çocuklarla oynar, değişiklik olur, enerjisini atar.." deyince öğretmenlik yapmaya hiç niyetim olmasa da görüşmeyi kabul ettim.. Neyse gittik.. Bir süre müdürün gelmesini bekledik ve bu süreyi de yukarıda görüldüğü üzere kreşin her türlü alet edevatını mıncık mıncık oynamak suretiyle değerlendirdik :)) Öyle ki müdür geldiğinde Yusufcuğu spor salonundan zor çıkardım yukarıya bağırış çağırış.. Yukarı çıkınca da adamcağızın kalemlerini hacamat etti zaten!!

Biz görüşmeye başlayınca şartların hiç de Ozan'ın anladığı ( ya da uydurduğu diyelim :P ) gibi olmadığı ortaya çıktı :)) Haftanın altı günü 8-17 çalışacak ve iki gün de 19:00'a kadar nöbetçi kalacak bir öğretmen arıyorlarmış.. Ayrıca kreşin 3 yaş altı bölümü de yok.. Hal böyle olunca başvuru formunu bile doldurmama gerek kalmadı.. Ufak bir macera yaşamış olduk :))

Ama Yusufcuğun kreşteki mutluluğunu ve kocaman bir çocukmuş gibi oyuncaklarla oynayışını görünce kafamdaki "kreş için beş yaş sınırı" üçe kadar düştü diyebilirim :)) Benim sosyal bebişim, o oyuncakların yanında bir de küçük arkadaşlar olsa ne kadar mutlu olacaktı kimbilir?


...................


Siz bizi özlerken biz başka neler yapıyoruz peki ?

Ben malumunuz bu haldeyim :))



Kitabımı yarıladım binlerce şükür.. Babaannemiz bir hafta daha kalacak galiba.. O arada ne yapsam kâr.. O gidince de kalan kısmı gece falan yazarım artık yavaş yavaş.. Bu kadarını bile ummuyordum gerçekten.. Çok rahatladım.. Sağolsun babaannesi çok güzel oynuyor Yusufcukla.. Sadece emmeden emmeye bana geliyor diyebilirim :)) Ama zaten bu çok sık olduğu için pek ayrı kalmıyoruz :P Bu aralar yine yemiyor Yusufcuk ama benim de aynı anda dört dişim çıksaydı yemek yemez ve Yusufcuk gibi dişlerimi ellemek isteyenlere ağzımı açmazdım!! Gece de - dün gece olduğu gibi - her yarım saatte bir uyanır, ağlar, emer, tam dalar gibi olunca bir daha uyanır ağlardım.. Annem de en sonunda yatmayı falan boşverir, yatağın içinde oturur, beni emzirir vaziyette kucağında uyutur, uyanınca da hemen emzirir, öyle sabahlardı..

Ama eğlenceli şeyler de yapıyoruz tabii.. Mesela geçen hafta küçük abimiz Ahmet Aydın'ın doom günüsüne gittik.. Yusufcuk onu bir an yanlız bırakmadı sağolsun :)) Hem oyuncaklarını paylaştı hem de mum üfleyişini..



Sonra, sonra... Uzun yürüyüşler yaptık babaannemiz ilk geldiğinde ve Yusufcuk bir seferinde mucize eseri arabada uyudu kaldı yine.. Eve gelince yatağına yatırmaya bile kıyamadık uyanır diye.. Girişteki halıyı kıvırıp orada uyuttuk bebişimi..
Soğuk hava vurdu galiba, uzun uzun uyudu o halde..




Parkta oynamayı ve poz vermeyi de ihmal etmedik tabii..



..............

Baba baba heeeyyyyy..
Baba baba heeeğğğğyyyyy..

( Yusufcuğun yeni şarkısı )


Bunlar da yeni kelimeleri:

Addayh: Allah
Daydı: Tatlı
Babaci: Babacım ( ya da biz öyle sanıyoruz )
Bıdi bıdi: Ne olduğunu çözemedik..
Adtaa: Atta
Şu: Su ( Sadece birkaç kere söyledi ama biliyor artık suyun su olduğunu )
..ve en önemlisi..
Hanni, enni, annğii, ağğnnn: Anne :))

Tatlış tatlış konuşurken o serçe ağzını yiyesim geliyor..

...................

Yusufcuk artık kesinlikle ama kesinlikle pusette oturmuyor.. Son iki yürüyüşümüz resmen işkenceye dönüştü.. Yanımda kayınvalidem olmasaydı kaldırıma oturur hümgür hüngür ağlardım kesinlikle.. Etini koparıyorlarmış gibi bağırıyor oturur oturmaz ve iki seferdir eve o babaannesinin kucağında - daha doğrusu kendini yere ata ata ulaştığı asfalt sefasını yapa yapa - ben de boş bebek arabasını ittirir vaziyette geliyoruz.. Satılık puset var haberiniz olsun :P


Oğlumun büyüdüğünü ve bebek arabalarının bebekler için olduğunu kabul etsem iyi olacak galiba :)) O artık yürümek istiyor hem de kesinlikle eli tutulmadan.. Ayrıca çok da sorumluluk sahibi.. Kendi çantasını kendi taşıyor - daha doğrusu sürüklüyor :))

...................

Yusufcuğun evde erişemediği yer kalmamış durumda.. En güvenli yer orası olduğu için birçok şeyi şifonyerin üstüne koymuştum ama orası da gitti elden.. Sabah kayınvalidem seslendi.. Giitim baktım, bizimki en alt çekmeceyi çekmiş, üstüne çıkmış, oradan şifonyerin üstünü karıştıryor.. Artık yatak odamızın kapısı da mutfak gibi 7/24 kapalı duracak anlaşılan..

..................

Yusufcuk maşaallah her dediğimizi istisnasız anlıyor artık.. Ama bir derdi var.. Konuşamadığı için kendi derdini anlatamıyor.. Bu da onu bazen çok agresif yapıyor.. Biz istediği şeyi anlayıp da eline verene kadar "ıyhh" diye diye göstermekten bir hal oluyor.. Anlayamaz da gecikirsek öyle hırçınlaşıyor ki anlatamam.. Konuşmayı bir an önce öğrense çok iyi olacak :))

....................

Bloga yazmayı da sizleri okumayı da çok özlemişim.. Kısa kısa ama daha sık yazsam iyi olacak galiba.. Gerçi iki gecedir tam ben yazacağım elektrik kesiliyor, mum eşliğinde Yusufcuğu oynatıyoruz oraya buraya kaçmasın diye karanlıkta.. Ama inşaallah daha sık yazacağım artık..

21 Kasım 2007 Çarşamba

Özel bir günde "cee" yapmaya geldim size..


Bugün benim doğumgünüm..

Yok yanlış oldu cümle.. Daha doğrusu eksik..


Bugün bizim doğumgünümüz.. Yani hem Ozan'ın hem benim :))


Kocacığım benden sadece 8 saat büyük..

Birbirimize doğumgünlerimizi sorduğumuzda ( Bak bak, kutlayacakmış gibi bir de doğumgünümü sormuştu ilk tanıştığımızda.. Göz boyamak içinmiş demek ki :P ) önce o "21 Kasım.." dedi.. Biryerlerden doğumgünümü öğrendi, beni kekliyor zannettim ve ısrar etse de taa annesinden duyana kadar ona inanmadım ama kader işte.. Canım kocacığımla aynı günde doğmuşuz :)) Allahtan ki büyük olan o, daha yaşlı yani :P


Doğumgünü kutlu olsun canımıniçi..
İyi ki doğdun..
İyi ki eşim oldun..


Seni çok seviyorum..


......................

Babaannemiz geldi.. Yusufcuk mesaisine başladı!!

İyi anlaşsalar da arada Yusufcuğa gelenler geliyor ve deli gibi kucağıma koşup sıkı sıkı yapışıyor bana.. İlgi saatinin geldiğini anlayıp kalkıyorum masamın başından.. Aynı evin içinde olsak bile özlüyor beni bebeğim..

Vampir dişlerimiz kendini kurtardı da ortadaki iki dişten hala haber yok.. Belki de bu yüzden biz Yusufcukla dün gece saat 3-4 arası başbaşa oynadık yatakta.. Birtürlü uyumak istemedik!!

.....................

En tatlı bebiş yarışmasında Yusufcuğa verdiğiniz destekten dolayı hepinize çok teşekkürler.. Söz verdik, Yusufcuk ilk fırsatta öpücük yapacak size :))

Ama çok sinirimi bozan bir durum var ortada.. Yarışma sayfalarında puanı yükselen bebekleri belirleyip sabote ediyor bazı üyeler.. Yarışmada önemli olan bir bebeğin oy almasından çok kaç puan aldığı.. Puanlar, oy veren kişi sayısına göre ortalanıyor ve ne kadar çok kişi düşük oy verirse ortalama o kadar düşüyor.. Ve bazı üyeler, yüksek puanlı bebişlere düşük puanla oy verip ortalamalarını aşağı çekiyorlar.. İki seferdir bakıyorum, oy veren kişi artıyor ama ortalama hızla düşüyor.. Haksızlık bu ya..

Bu sanal bir yarışma, biliyorum.. Ama hiçbir konuda haksızlığa gelemeyen ben, bu konuda da gelemiyorum.. Hatta Yusufcuğun fotoğrafını gönderdiğime de bin pişman oldum.. Ben hiçbir bebeğe sırf ortalaması düşsün de benim oğlum derece alsın diye düşük puan vermedim, vermem de.. Sanal bile olsa bu da bir yarışma ve herşey kuralına göre olmalı..

Neyse..

Bu saatten sonra yapacak birşey yok..

Benim bebişim annesinin en tatlısı zaten :))

...................

Çooook uykum geldi.. Bu seferlik kısa olsa yazımız, bana kızmazsınız değil mi? Yusufcuğun da fotoğrafını çekemiyorum pek.. Bir dahaki yazıya eklerim inşaallah küçük vampirimi :))


17 Kasım 2007 Cumartesi

Blog dünyamız pek şenlendi bugünlerde :))

"Kardeş bebek"i bekleyen Adam bebişimiz ikinci yaşını doldurdu, Kuaybe teyzesi baktı baktı doyamadı güzelliğine..

Ne zamandır heyecanla beklediğimiz ama bir yandan da "Ah biraz daha doğmasalar, büyüseler annelerinin göbişinde.." dediğimiz üçüz bebişlerimiz dünyaya geldi.. Anneleri de onlar da çok iyiymiş Allah'a şükür.. İnşaallah en kısa zamanda sağlıkla dönerler evlerine..

Sonraa... Sevgili Hacer'in oğlumla adaş bebişi Muhammed Yusuf da doğdu :)) Annesi son yazısında kontrole gitmekten falan bahsediyor ama sürpriz yaptı demek ki o da..

Rabbim hayırlı ömür versin, analı babalı büyütsün tüm bebişlerimize..

....................

Gelelim bizim evden haberlere..


Bu zavallı minik araba, kaloriferle duvar arasında sıkıştığı yerden kurtarılmayı bekliyor.. Tıpkı arkadaşları "Vız Vız Arı", CD kapağı ve müzikli anahtarlık gibi..

Yusufcuk yeni bir oyun-eğlence geliştirdi kendine.. Eline geçen herşeyi kalorifer peteğinin arkasına atmak, girmemekte direnenleri de ittire ittire oraya sokmak :))


Dün evin heryerinde arayıp bulamadığım TV kumandası ve Yusufcuğun çorabının teki bile oradan çıktı!! Artık birşeyler ortadan kaybolunca hemen oraya bakıyoruz :)) Özellikle de küçük birşeyler..

Haa, bir de.. Bu aralar bize misafirliğe gelmek isteyen olursa lütfen halılarımızın üzerinde dikkatli yürüsün.. Her an ayağına kırık bir arabanın tekerleği batabilir ya da plastik limonluğumuz düşmesine sebep olabilir.. Hayır, halının üzerinde olsa ikaz etme gereği duymam, görürsünüz zaten ama Yusufcuk derli toplu bir bebek.. Etrafta ne varsa tıkıştırıyor halının altına :)) Maksat ev dağınık olmasın..
Annesi üzülür sonra :P



Kalorifer peteğinin arkası ve halıların altı dolunca da devreye çamaşır makinemiz giriyor tabii :)) Bu, dün çamaşır atmak için makinenin kapağını açtığımda karşılaştığım manzara :))



Bizim ev tam "sürprizhane" oldu, nereyi açsak Yusufsal sürprizlerle karşılaşıyoruz.. İtiraf etmeliyim, biraz uğraştırıcı ama çok şirin :))

Yanlız ciddi ciddi temiz, titiz ve derli toplu bir çocuk olacak galiba benim oğlum.. Ben ne zaman evi süpürecek olsam, benden önce davranıp süpürge başlığını hemen televizyon, mama sandalyesi, beni ayaklarım vb. yüzeylerde gezdirmeye başlıyor :)) Eline geçirdiği ufak tefek bez ya da kıyafetlerle yerleri ya da fırın kapağını siliyor.. Ben çamaşır asarken de tek tek bana veriyor kıyafetleri "Iyhh Iyhh" diyerek :)) Başak bebekleri titiz olur derlerdi de inanmazdım :P


.........................


Yusufcuk tehlikede sınır tanımıyor.. Tam iki dakika içinde bunu becermiş dün gece dikkatimizin üzerinde olmadığını farkedince!! Arkamızı bir döndük ki kanalları değiştiriyor :))



......................



Size kötü bir haber.. Bizi biraz özleyeceksiniz :P


Babaannemiz geliyor bugün.. Ben şimdiden yemek masasını tam teşekküllü bir çalışma masası haline getirdim ve kalemimi elime alacağım anı bekliyorum :P


Sanırım bir süre yazamam.. Son hız çalışmam ve kitabı toparlamam lazım..

Bu arada, biz bu fotoğrafla "Akıllı Bebek" sitesinin "en tatlı bebiş" yarışmasına katıldık..
Yusufcuğa oy vermek isterseniz bu linke tıklayabilirsiniz.. Oy veren herkesi tek tek öpecekmiş Yusufcuk ağzını küçücük "o" yapıp, öyle dedi :))

14 Kasım 2007 Çarşamba

Bugünkü yazımız sürprizlerle doluuu!!!!

İlk sürprizimiz biraz minik..
Ucundan patlak vermiş üçüncü bir diş :))
Arkadaşı da ha patladı ha patlayacak gibi duruyor..
İki gecedir 1.. 3.. 7.. 12.. 15'ten sonrasını saymıyorum artık uyanmaların.. Ama öyle böyle değil, taa yatakodasında uyuyan ve normal şartlarda bizi duymayan babamızı bile uyandırıp getirecek kadar acı acı ağlıyor Yusufcuk :(( "Geçecek bebeğim geçecek.."diyorum her sarıldığımda..

Yanlız acayip bir durum var..
Alttaki iki dişimizin üstündeki yani yukarıdaki orta iki diş yerine onların yanındaki iki tane çıkıyor!! Bu normal mi? Yoksa Yusufcuk küçük bir vampir miiiii!!!!


.....................


İkinci sürpriz için önce "Maşaallah" deyin bakayım..

Hıh, tamam.. Bu kadar "Maşaalah"tan sonra gönül rahatlığıyla yazabilirim..


Yusufcuk yemek yemeye başladııııııı :))
Her öğünde olmasa da eskiye göre çok iyi yiyor minnak.. Hatta geçen gün kereviz bile yiyerek beni hayretten hayrete sürükledi.. Narı da sevdi maşaallah.. Mandalinayı ise dolabın kapağını her açtığımda işaret ederek gösterip istiyor resmen.. Yüzünü buruştura buruştura limon kemirmesi ayrı bir alem zaten.. Damak tadı kesinlikle bana çekmiş :)) Acı acı çorbaları bile hup hup yutuyor.. Daha doğrusu öyleyse yutuyor, tatsız tuzsuzsa yüzüne bakmıyor!! Daha şimdiden yemek seçiyor resmen.. Bu konuda babası kadar kolay bir insan olmayacak galiba..


....................


Üçüncü sürpriz çoooook tatlı..
Bunun için de bir "maşaallah" istiyorum..

Yusufcuk bizi öpmeyi öğrendi..

Tamam, "puykk" sesi çıkmıyor ama dudaklarını kapatmazsa çıkmaz tabii :)) Ağzını küçük bir "o" yapıp yanağımıza yapıştırıyor "Hadi öp bebeğim.." dediğimizde :))

......................


Bu madde bir sürpriz değil bir durum aktarması :))

Yusufcuk leğenden bozma TV koltuğunda televizyon izliyor :))


.....................


Son üç günüm perişan geçti!! Gece uyuyamadığım gibi gündüz de uyuyamadım hiç ve doğal olarak hiç çalışamadım.. Kitap yetiştirme meselesinin üzerine bir de dört diş sürpriz yapınca başka çaremiz kalmadı ve babaannemizi çağırdık yardıma.. Çünkü babamızın sınavları var ve yüksek gerilim hattı gibi geziyor evin içinde.. Ondan yardım beklemek bir yana, hem onun çalıştığı odanın hem de salonun kapısını kapatmak suretiyle "mızırdama izolasyonu" sağlayarak biz ona yardım ediyoruz :)) Annesi işyerinden izin almış sağolsun, bu haftasonu gelecek inşaallah.. O Yusufcuğu oyalarken ben de bir hafta on gün içinde işi toparlarım diye düşünüyorum.. ( Ama yanlış anlaşılmasın, sadece düşünüyorum, hiçbir iddiam yok!! )


12 Kasım 2007 Pazartesi

Dün gece bir saat erken uyuyabilmenin verdiği enerjiyle dopdolu olarak karşınızdayım sayın okur.. Yusufcuk 23 gibi uyudu ve ben de iki saat çalışıp saat birde yatabildim şükürler olsun.. Tamam gözlerimin altı biraz mor olabilir ama enerjiğim işte :))

Şimdi hemen bu enerjimizi bekleyen iki sobemize harcayalım..


Önce Zehra'nın sobesi..
(Sobeye ait cümleleri koyu yazıyorum, benimkiler normal..)



1.Ben küçükken, yıldızların gükyüzünde biryerlere bağlı olduğunu, öyle gece lambaları gibi aşağı sarktıklarını sanırdım.. Eee, boşlukta sallanacak halleri yok di mi :)))



2.Aslında ben, çok kıskanç bir insanım.. Haset anlamındaki kıskançlık değil ama bu.. Aidiyet duygusuyla ilgili olan kıskançlık.. Bana ait olan, benimle ilgisi olan herkesi, herşeyi başkalarından kıskanırım.. En büyük mağdurum da Ozan tabii :)) Zavallımın içine fenalıklar geliyor bazen "sorgu seansları"mdan!!



3.İlk kopyamı ne zaman çektiğimi gerçekten hatırlamıyorum.. Son kopyamı hatırlıyorum ama söyleyemem :)) Yanlız lisede sınıfca, tam teşekküllü bir kopya maceramız vardı ki hala hatırladıkça gülerim.. Sayın geometri hocamız, bizi affedin!!



4.En saçma huyum, simetri, uyum ve düzen hastalığım sanırım.. Daha önce her çamaşır için sepette aradığım aynı renk mandallardan bahsetmiştim :)) Farklı örnekler de verelim.. Yamuk duran bir sandalye ya da tencere kapağını hemen düzeltmem lazım.. İster kendi evimde ister bir restorantta, farketmez!! Bulaşık makinemde kase bölümüne asla bardak konulamaz mesela, başkası koysa bile çıkarır yeniden dizerim bulaşıkları.. Öyle yapmasam çalışmayacak mı makine? Tabii ki çalışacak.. Maksat hayatı kendime daha da zorlaştırmak olsun !!



5.Cep telefonum bankamın ve kadim dostum gnçtrkcll'in mesajları ile dolu :)) Onları da bir ara silsem iyi olacak.. "SMS belleği doldu.." diye uyarı veriyor telefon.. Bayram, seyran ve özel günleri saymıyorum tabii.. O zaman yoğun bir mesaj trafiğim oluyor haliyle :))



6.Aşk bence çok ama çok çabuk biten birşey.. Gerçekçi olmak lazım.. Ama önemli olan yerini neye bıraktığı.. Sadakat dolu bir sevgiyse eğer, üzülmüyor ki insan zaten :))



7.En sevdiğim bloglar hangileri diye merak ediyorsanız link (izleme) listeme bakmanız yeterli..



.....................


( Öğlen başladığım bu yazıya uzun bir ara verdim, Yusufcuk uyudu, şimdi sıra ikinci sobede.. )


.....................


İkinci sobe ise sevgili Archi'nin sayfasında okuduğum ve bana çok ilginç geldiği için sobeye çevirmesini rica ettiğim bir konuyla ilgili.. Duyduğumuzda çığlık atmak istediğimiz sorular ve cümleler..

- Normal mi sezaryen mi?
( "Sezaryen" cevabından sonra da.. ) Aaa, sezaryen mi? Çocuk doğurmuş olunuyor mu öyle?

İkinci cümle, birebir muhatap olduğum bir cümle!! Ben çocuk doğurmuş olmadıysam eğer, doğduğundan beri gece gündüz bakıp emzirdiğim, gaz-naz hertürlü zorluğunu çektiğim, hala tüm gece uykularımı kendisine feda ettiğim bu yavru kimin? Plasenta ayrıldığı için hayatı tehlikeye giren Yusufcuğu "İlla normal doğum yapacağım.." diyerek bekletseydim ve sonra da onu kaybetseydim daha mı mutlu olacaktınız, çok merak ediyorum.. ( Cık cık, bak yine sinir oldum durduk yerde!! )


- Aaa annesi miiii? Ben ablası sanmıştım..

Bu soruya da çığlık atmak istiyorum ama sevinçten :P


- Kocan için mi kapandın?

Sorunun soruluş tarzından soran kişilerin eğitim ve algılama seviyeleri kendini belli ediyor aslında ama ben yine de belki anlarlar umuduyla şunu yazmak istiyorum.. Hayır, eşim istediği için takmıyorum başörtümü.. Annem istediği ya da babam zorladığı için de takmıyorum.. Herhangi bir gruba üye olmak ya da bir partiye yandaşlık etmek için de takmıyorum.. Sadece ve sadece Allah emrettiği için, O istediği için takıyorum.. Yeterince açıktır umarım..


- Kuaybe mi? Cık cık.. Neden Türkçe değil de Arapça bir ismin var
?

Bu soruyu bana soranlardan birisi de ismi "Sami" olan bir doktordu.. Çok trajikomik gerçekten :)) Ya o güne kadar isminin anlamını ve kökenini merak edip araştırmadı hiç ya da kendi ismine de gıcık..

Evet Arapça bir ismim var, tıpkı ismi Ali, Mehmet, Esra, Hatice, Zeyneb, Faruk ya da Beyza olanlar gibi.. Aradaki fark, benimkinin nadir duyulan bir isim olması o kadar.. Ayrıca bu durumun bence hiçbir sakıncası yok, sizce de olmasın..

( İsmimi ilk defa duyup anlamını merak edenleri kastetmedim bu kısımda, anlamışsınızdır ama ben yine de belirteyim.. Beni kızdıran sırf Arapça olduğu için gıcıklık yapanlar.. Latin kökenli bir ismim olsaydı eminim hiç sesleri çıkmazdı..)


- Uyandın mı?

Yoo, öyle mi görünüyor? Böyle uyurum ben.. Yürür, konuşur vaziyette.. Siz öyle yapmıyor musunuz yoksa?


- Geldin mi?

Hayır, o benim kopyam.. Önden onu yolladım, ben yoldayım :))


- Kadınlar akşama kadar n'apıyor ki evde?

Emin olun bilmek istemezsiniz!!


- Bu çocuğa neden mama vermiyorsun?
- Neden inek sütü vermiyorsun?
- Neden hala çikolata, şeker vermiyorsun?
- Niçin yanında uyumaya alıştırdın?
- Çay vermediğin için kahvaltı etmiyor..
- Rafadan yapsan yumurtayı yer, biz öyle yedirirdik..
- Bu soğukta çocuk gezmeye çıkarılır mı?
- Bak senin ayağın üşüdü, çocukta gaz oldu..
- Niye yoğurdu kendin mayalıyorsun, hazır versene..
- Gece ağlarsa yanına gitme, bırak ağlaya ağlaya uyusun..
- Bebek öyle yıkanmaz, yatırsana yıkarken..
Vb. vb...


Bir senedir bu cümlelere muhatap olmaktan içime fenalıklar geldi.. Yeteeeeeeerrrrrr..
Emin olun ben yavrumu sizden daha fazla düşünüyorum, onun iyiliğini sizden daha çok isterim..
Emin olun..


Öğlenki enerjikliğim yerini kapanmaya çalışan gözlere bıraktığı için aklıma şimdilik başka birşey gelmiyor.. Gelirse eklerim..


Ben de ilk sobe için ilhamını bekleyen k.i.s.d, Sümüklüböcek ve Archi'yi, ikinci sobe içinse Ayça, Sabahnur ve Özlem'i seçiyorum..

Sobe ciciklerim sobeee :))


.................


Bu arada, Yusufcuğun özellikle son iki haftadır beni depresyonlara sürükleyen :P uykusuzluk ve huysuzluğunun sebebi açığa çıktı.. Tabii ki diş.. Dört kocaman beyaz kabarıklık var üstte.. Allah onun da benim de yardımcımız olsun.. Calpol verdim şimdi, inşaallah uyur şöyle iki saat falan.. Çalışmam lazım, tabii bunun için de önce bilgisayarın başından kalkmam :))

9 Kasım 2007 Cuma


Az önce "Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim.." şekinde başlayan Türk sanat müziği eserimizi son perdede cırtlak sesimle icra etmek suretiyle Yusufcuğu uyuttum ve "Uyku mu blog mu, uyku mu blog mu?" savaşını blog kazandı :)) Şöyle uzun uzun yazamadım ya olanları kaç gündür, içimde kaldı..

Hayatımın yeni ritmine alışmaya çalışıyorum.. Kendimce bir düzen kurdum, onu uygulamaya başladım bu hafta.. Biraz zorluyor ama olsun, kitap bitene kadar dayanmam lazım mecburen..

Gündüz normal (!) yaşıyor, gece tam bir iş kadınına dönüşüyorum :)) 12 civarı Yusufcuğu uyuttuktan sonra geçiyorum masamın başına, Allah ne verdiyse artık.. Rekorum saat ikiye kadar çalışmaktı, onu üçe uzatmayı planlıyorum.. Gündüz Yusufcuk uyudukça ben de uyumaya çalışıyorum ama şimdiye kadar çok nadir oldu bu..

Geçen hafta annesi depresyonun dibine vurmuş bir haldeyken, Yusufcuğun uslu uslu oturup bu karmaşanın geçmesini beklediğini zannetmiyorsunuz değil mi?

Zannetmeyin zaten :))

Yanlız yazacaklarım şikayet değil "arz-ı hal"dir, yanlış anlaşılmasın..


Afa"canım", tam performans bebekliğe devam ediyor maşaallah..
Uyan, hemen yataktan atla, anneyle oyna, em, yine oyna, biraz ağla, bu arada oradan buradan düş, yine em, mutfak çekmecelerini karıştır, bezini bağlatmamak için diren, yememek için diren, uyumamak için diren ama sonunda kısa bir öğle uykusuna yenik düş, uyan, hemen aktivasyona başla, biraz - ama biraz- birşeyler atıştır, anne hava kararmadan dışarı çıkabilelim diye çırpınsın, "Pusetimde oturmucammm.." eylemi yap, çubuk kraker kemire kemire eve gel, em, yeni keşfettiğimiz programı seyret, "Ocakla değil benimle ilgilen.." eylemi yap, kapı çalar çalmaz "Bağbaaa" diye kapıya koş, babayı da yarım saatte harca, kendinden geçir, akşam yemeği karmaşası, biraz oyun biraz ağlama, bolca naz, uykuya direniş, meyve, ıvır zıvır, oyun oyun oyun.... veeee... sonunda yenik düşülen uyku..


Yusufcuğun genel bir günü :))

Tabii bu arada sürekli yeni şeyler öğrenerek ve uygulayarak beni mest etmeye devam ediyor..

Mesela, "Hımm.." yapıyor artık bize, o küçük tam ısırmalık parmağını bir aşağı bir yukarı sallayarak.. Ben ona kızacağıma o bana kızıyor :)) "Yaramazlık, kızmak, fena, cık cık.." gibi kelimelerle eşleştirmiş galiba o hareketi, ne zaman bunlardan birisini söylesek hemen başlıyor "Hımmm.." yapmaya..


Bir de evin içinde küçük direksiyonunu çevire çevire "İyyynn ğğiiinn neee.." diye araba kullanmıyor mu, tam görülmeye değer :)) Arada kornaya basmayı da ihmal etmiyor tabii..


Yeni bir oyun arkadaşı da var.. Gerçi bu zavallı küçük sandalye "arkadaş"tan çok "kurban" tanımını tercih ederdi herhalde.. Eviriyor, çeviriyor, üstüne çıkıyor, yere vuruyor.. Eee, Ozan'a diyorum bu çocuğa bir "activity center" alalım diye ama dinlemiyor beni.. Yusufcuk da kendine activity centerlar oluşturuyor.. Belki de böylesi daha iyidir di mi, hazırındansa kendisinin oluşturması :))




Yusufcuk, bizi taklit etmeyi o kadar geliştirdi ki, yaparken farkına varmadığım pekçok şeyi o yaptıkça farkediyorum.. Mesela salona girince önce hemen koşup kumandayı alıyor ve basıp televizyonu açıyor.. Bunu alışkanlık haline getirdiğimi, Yusufcuk taklit etmeye başlayınca farkettim.. Şimdi değiştirmeye çalıştırıyorum.. Artık daha seçici olmam lazım..

Bu arada televizyon demişken, az önce Yusufcuğun bir gününü anlatırken yazdığım, yeni keşfettiğimiz programdan bahsedeyim.. TRT'de akşamüstü saat 17:30 18:00 civarı bir program var "Gece Bahçesi" diye.. Bir türlü başından sonuna kadar seyredemediğimiz için tam başlama saatini bilmiyorum.. Yusufcuk ona bayılıyor.. Çok şirin karakterler var, onlarla birlikte zıplıyor, müzik çalınca oynuyor.. Hatta bir karakter var, "Maka Paka" galiba adı, beyaz tombik birşey, orayı burayı temizleyip duruyor.. Ben bile bayılıyorum onu izlemeye :P

Sabahları da "Elma Kurdu Nam Nam"ı seyrediyoruz oğluşumla, orada da pembiş hipopotama bayılıyor :)) Annemin neden bizimle oturup saatlerce çizgi film izlediğini daha iyi anlıyorum şimdi.. Başka çaresi yokmuş ki..

Neyse ne diyorduk, ha modelleme.. Bu da son örneği:


Dün akşam kaşla göz arasında kafasını koltuğun arkasına vuran Yusufcuğun alnına buz koydum şişmesin diye.. Ağladı tabii.. Ben de koymamı istemiyor diye ağladı zannettim.. Meğer kendi yapmak istiyormuş!! Verdik eline.. Artık yaralarını kendi sarıyor oğluşum :))


Başka, başka.. Neler vardı?

Buldum.. Her kapı çalışında "Bağbaaa.." diye koşması mesela.. Özellikle de Ozan'ın geleceği saatlerde daha heyecanlı oluyor bu koşmalar.. Kapı açılıp da baba yoğun sevgi merasimiyle karşılandıktan sonra sıra marifetleri sergilemeye geliyor.. O gün öğrendiği yeni birşey varsa onu yapıyoruz hemen oğlumla.. Örneğin dün, peçeteyi koparıp koparıp yalancıktan burun silmeyi gösterdik.. Ondan önce de bazanın kenarındaki küçük çıkıntıya basıp yatağa çıkmayı.. İki seferdir de fırında yemek yapıyorum, babasını karşılar karşılamaz elinden mutfağa çekip fırını işaret ediyor ve parmağına üflüyor :)) Fırında sıcak birşeyler varmış yani..

Fırın demişken size bir de yemek tarifi verelim son olarak.. Haftasonu da yeni sobelerimizle karşınızda olacağız efendim :))

Yemeğimizin adı, fırında oyuncak yahni :))


Malzemeler:

Bir adet kovboy ve atı.. Kovboyun, kafasına vurdukça çalıştığı keşfedilmiş ve vurula vurula kendinden geçmiş olanını tercih edin lütfen..

Bir adet bozuk hoparlör.. Bunun daha önce bahsi geçmişti, fişinden tutulup evde köpek niyetine gezdirilenlerden olacak..

Bilimum plastik mutfak alet edevatı..

Parçalanmış bir arabanın teker kısmı (Süsleme bununla yapılacak:) )

Altta kaldığı için görünmese de çizik bir CD..


Tüm bu malzemeler "çürüğe ayrılmış" bir fırın tepsisine doldurulur (Allahtan üç tane vardı benim, birini zayii ettik) ve Yusufcuk karşıdan parmağını üfleye üfleye seyrederken pişirilir :))

Afiyet olsun..

8 Kasım 2007 Perşembe


Atalarımız doğru söylemiş..

Ekmek "Aslan"ın ağzında :))





6 Kasım 2007 Salı

Sanırım normale dönmeye başaldım :P

Yanlız çok kişisel ve sıkıcı olabilir bu yazı, baştan uyarayım..


Geçen hafta bana ne oldu bilmiyorum.. Sadece sebepleriyle ilgili birkaç tahminim var:

* Doğumdan beri sürekli bastırdığım depresif yönümü bu kez bastıramamam ( ve hala bu dönemi atlatamamış olduğumu görüp daha da üzülmem.. Geçen hafta "mutlu"culuk oynamayı beceremedim..)

* Yanlızlık ( Özellikle de yardıma ihtiyacın olduğu bir dönemde en yakınların tarafından bile reddedilme.. Tamam biliyorum, dünyanın merkezi ben değilim, herkesin kendi meşguliyetleri, bahaneleri var ama bu benim problemimi çözmüyor, bilsem de üzülüyorum.. )

* Ozan'ın çok yoğun olması ( Yazın erkenden eve gelmesine ve Yusufcuğu oyalamasına alıştığım babişin önce okulunun, şimdi de sınavlarının başlaması ve sabah sekizde çıkıp akşam taa on civarı gelmesi.. O saate kadar tüm enerjimin bitmesi ve ondan yardım beklemek bir yana, benim ona moral vermeye çalışmam.. )

* Yusufcuğun zaten çok uzun (!) olan gündüz uykularını ısrarla bire indirmeye çalışması ( Uykusuzluktan sarhoş gibi olana kadar kendini zorlaması ama uyumaması, sonra da acısını benden çıkartması!!! )

* Ve tabii iş.. ( Aldığıma alacağıma bin pişman olduğum kitap projesi.. Bunu bitirmeyi becerebilirsem şayet, çooooooook uzun bir süre çalışmayı düşünmüyorum.. Stres yoğunlaştıkça sinirim Yusufcuktan çıkıyor çünkü.. Tahammülüm bittiğinde bağırmak zorunda kalıyorum ve beni en çok üzen şey bu zaten.. Kendimi canavar gibi hissediyor, o ağladıkça ben de ağlıyorum.. )

Birkaç küçük ayrıntı daha var ama onları da yazmayayım artık.. Aslında farkındayım, ortada problem olarak adlandırılacak bir durum yok.. Birçok insan büyük hastalıklarla, dermansız dertlerle cedelleşiyor.. Benim sıkıntılarım onların yanında bir hiç.. Ama sanırım benim yapımla ilgili birşey bu.. Fazla duygusal, fazla kırılgan ve bu aralar fazla karamsar oldum galiba..

Yıllardır bildiğim ama bu sabah bir televizyon programında tevafuken tekrar duyduğum birşey var.. Bir sıkıntı ya da yükümlülüğün devamlı olduğunu düşünmek, onun zihnimizde büyümesine ve ona karşı koyabileceğimiz gücü tüketmemize yol açıyor.. Örneğin Yusufcuğun en azından bir sene daha ( emzirmeyi kesene kadar ) gece kesintisiz uyumayacak olduğunu düşünmek içime fenalıklar getiriyor ama bu bana bir fayda sağlamıyor.. Aksine tahammülümün tükenmesine, buna hiç dayanamazmışım gibi düşünmeme yol açıyor.. Belki bunu zihnimden atsam ve sabrımı sadece o ana harcayıp ilerisini düşünmesem daha rahat olacağım.. Bu, çözüm adına uygulamaya koyduğum ilk tespit..

İkincisi ise, daima ama daima zihni birşeylerle meşgul etmek.. Başka birşeye daldığında kendi içini unutuyor insan.. İki gündür arada derede birşeyler okumaya, evle ilgili birkaç işi halletmeye çalışıyorum.. İyi geldiğini farkettim.. Yusufcuk fırsat vermiyor diye kitap okumayı hep erteliyordum ama peşinde koşarken tek elle, yarım yamalak bile olsa birşeyler okumaya karar verdim..

Ve tabii yoğun dozda "şükür" ilacı almaya başladım.. Nelere sahip olduğumu tekrar tekrar listeledim ve Rabbime defalarca hamdettim.. Özellikle de Yusufcuk için.. "Herkesin şükür vesilesi yaptığı şeyi ben nasıl olur da şikayet vesilesi yaparım.." diye hayıflandım.. Bundan sonra şikayet mikayet yok.. Oysa neler neler vardı anlatacağım.. Yeni kararıma şükretsin Yusufcuk :P

Sıkıldınız değil mi? Haklısınız.. Bu kadar yeter..
Sizleri de terapi amaçlı bu yazıya ortak ettiğim için üzgünüm ama baştan uyarmıştım :))

Yazmak istediğim son şey, aşağıdaki yazıya yaptığınız yorumlarla ilgili.. Beni seven, düşünen ve en önemlisi de benim için dua eden dostlarımın olduğunu bilmek, kendimi iyi hissetmemi sağlayan şeylerin en başında geliyor.. Allah hepinizden razı olsun.. Canım Fethiye'min, Sonnur'umun ve İremciğimin sesini duymasaydım, Arzu'nun güzel mailini okumasaydım, her yorumda içim ferahlamasaydı bu kadar iyi hissetmeyecektim sanırım kendimi..

Sizleri çok seviyorum..

1 Kasım 2007 Perşembe

Hayat kalp atışı grafiklerinin zikzakları gibi ya herzaman..
Bir aşağı bir yukarı..
Tamam, yaşamın göstergesi bu.. O çizgi düzse "herşey bitti" demek ama..
Yine de zorlanıyorum..


Bugünlerde aşağı aşağı gidiyor benim zikzak..
İyi değilim..
Meleğime bile bağırır oldum..

Çok yüklendim galiba kendime..
İçimde bir sıkıntı, yüreğimde kara bir delik beni içine içine çeken..


Belki dua ederseniz kendimi daha iyi hissederim di mi?